Yüzyıl İnsanı


909 Görüntüleme
Dinlemek İçin Tıklayınız. 👉🏻

Sosyal medya hesaplarımız adeta hayatımızın odağında yer almakta. Orada bir çok şeyi paylaşıyor, yazıyor, beğeniyor, izliyor ve yorumluyoruz. Sosyal hayatımızın önemli bir kısmını da sanal dünyada yaşıyoruz. Hatta buluşmalarımızda bile karşımızdaki insan dururken, bir elimiz hala telefonda sanal alemde geziyoruz. Öyle bütünleşmişiz ki zaman zaman yanımızdakileri unutuyoruz. Zaten verilerde bu durumu desteklercesine, yediden yetmişe Türk insanının sosyal medyayı çok sevdiğini gösteriyor. Hatta Türkiye, tüm rakamlarda dünya ortalamalarının önünde seyrediyor. 
    Gün içerisinde alışkanlık haline getirdiğimiz sosyal medya hesaplarımızda belirli aralıklarla farkında olmadan bile etkileşim gösterebiliyoruz. Parmaklarımız bulduğumuz her boşlukta sosyal ağ hesaplarımıza gidiyor. Gün içinde telefonumuzun ekranına düşen onlarca paylaşım oluyor. Bugün ekranıma düşen bir içerikle karşınızda olmak istedim. Kişisel gelişim sayfasının paylaştığı ekranda büyük harflerle “mutlu olmak istiyorsan şunları yap“ yazıyordu. Gayri ihtiyari gönderiye tıkladım. İçerik şu şekilde; “Mutlu kalabilmek için aşkını gizle. Mutluluğunu gizle. Hedeflerini, ideallerini, hayatında olan gelişmeleri gizle. Geçmişe dair kırgınlıklarını, acılarını gizle. Korku ve zayıflıklarını gizle. Yeteneklerini, hayallerini, kazancını, başarılarını gizle. Gizle, gizle, gizle...“ Paylaşımda mutlu kalabilmek için birbirimizden o kadar şey gizlememiz isteniyordu ki ilk etapta okurken bu kadar gizleme ne kadar da çok dedim. Sonra detaylı düşününce gerçek anlamda bulunduğumuz çağ itibariyle ne acıdır ki ne sevincimizi ne üzüntümüzü paylaşamadığımızın  farkına vardım. Netice itibariyle gözlerimi uzun süre üzerinde misafir eden o paylaşıma hak verdim. Herkese her şeyin anlatılamayacağını tecrübe edene kadar bir çok hayal kırıklıkları edinen bu yüzyıl insanı ne acıdır ki önünü keserler endişesi taşımaktan mutluluğunu, sevincini, başarısını bir diğeriyle paylaşamıyor. Mutluluk paylaştıkça çoğalan şey olmaktan çıktı, paylaştıkça haset edilen, bozmak için mücadele edilen şeye dönüştü. Öte yandan çevresinde acılarından beslenen insanların yeterince farkında olmaktan ötürü yaşadığı acıları dile getiremiyor. Hayalleri küçümsenir korkusuyla kimselere bahsini dahi açamıyor. Karşısındakine nereden vuracağını kendi elleriyle göstermemek adına korkularını, zayıflıklarını anlatamıyor. Durum böyle olunca zihnimi  ‘biz birbirimiz için neden varız?’ sorusu meşgul ediyor. Birbirimizin başarısını alkışlamayacaksak, acısında yaslandığı bir omuz olamayacaksak, mutlu gününde mutluluğuna şahitlik edemeyeceksek, hayallerini gerçekleşmesindeki basamak olamayacaksak, yeteneklerini ön plana çıkarmasına vesile olamayacaksak, başarısını alkışlayan bir el de biz olamayacaksak söylesenize biz, bir diğeri için neden varız?
    Çevremize uzaktan şöyle bir bakınca veya sosyal medya da kısa bir zaman geçirince dilimizde ansızın dönen cümle  “insanların hayatı ne kadar da kusursuz, nasıl da mükemmel. Sanırım bu dünyanın tüm aksilikleri bir benim başımda. Evet evet tüm aksilikler sadece benim hayatımda” Kimseye duygularımızı, hissettiğimiz dürtüleri dürüstçe ifade edemediğimizden dolayı bakıyoruz ki sosyal medyaya herkes ne kadar da mutlu, herkesin ne kadar da ekonomik durumu yüksek, herkesin cildi ne de kusursuz, herkes ailesiyle ne kadar da problemsiz, herkes ne kadar başarılı, herkes ne kadar da... Belki hayatların gerçek yüzünü bilmesek tüm gördüklerimize inanacağız. Yapay insan ilişkilerin zirve yaptığı bu yüzyılda yargılanırım, dışlanırım, benimsenmem, sevilmem endişe duyduğu için gerçeklikten uzak farklı görünme, dışarıya vitrinlik hayat sergileme sancısıyla kıvranmakta. Karmaşık gerçekliklerle karşı karşıya kaldığımızda beynimiz bizi güvenli bir limana çekmeye çalışır. Kendimizi koruma, güçlü görünme iç güdüsüyle gerçeklikleri gizleme tam bu esnada yarattığımız aşırı düşünme, planlı hareket etme döngüleri sonucunda ortaya çıkmaktadır. Günümüzde ise, gerçekliği gizleme mekanizmasını kullanma sebebimizin büyük bir kısmını sosyal medyanın yarattığı travmalar üstleniyor. Bizler gibi sancılar çeken Nietzsche; “Nerede yaşayan bir yaratık gördümse, orada güçlü olmak isteğine rastladım.“ der. Bu anlamda sanal alemin insanlara diretmesi neticesinden kaynaklı sürekli mutsuz görünmemeliyim, yaşam standartlarımı düşük göstermemeliyim, başarısız görünmemeliyim diye diye olduğundan çok farklı izlerle karşı karşıya kalabiliyoruz. Dikkat edin uzaktan tanıdığımız insanlarla biraz samimiyet kurunca, daha yakından tanıyınca hep şey deriz  “ben seni böyle bilmezdim.“ Uzaktan tanıdığımız gibi bir hayatı olmadığını ancak yakınlaşınca görürüz. Hayatının gerçekleriyle o zaman yüzleşiriz. Olduğundan farklı her daim güçlü, mutlu, başarılı görünmek için gerçek duygularını gizleyen insanlar farkında olmadan zamanla duygusuz bireyler olup çıkıveriyorlar. Kendi içine kapanan, sergilediği o hayatla avunmaya çalışan, yalnızlığından beslenen, kontrol çılgını, düşüncelerle mücadele ettiği bir dünyaya hapsolmalarına sebep oluyor. Ortamlarda rahat görünen daima onlarsa da, aslında en çok diken üstünde olan kişilerdir. Çünkü gizlemek istedikleri çok şey vardır... 
    Psikolojinin en önemli alt dallarından biri olan psikanaliz biliminin kurucusu Psikolog Freud’ un çok sevdiğim sözleridir; "İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. İnsanların “Tecrübe” dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kaybetmiş bir insana “tecrübeli” denir.“ 
Tecrübe sahibi inanmanın, güvenmenin, çıkarsız sevmenin, paylaşabilmenin oldukça zor olduğu bu yüzyıl da tüm diretmelere rağmen her şeyden önce şunun bilincinde olmamız gerekmekte; insanız istesek de mutlu olamadığımız durumlar vardır, çabalasak da  başaramayacağımız, istesek de sahip olamayacağımız şeyler. Güçlü kalmamız gerekiyorsa  “bana ne derler, hakkımda ne düşünürleri “ bir kenara bırakıp, bunu sadece kendimiz için yapmalıyız, bir başkasına vitrinlik hayat seyrettirmek için, kendimizi avutmak için değil. 
    Yazımın sonunda temenni ediyorum ki; her insanda farklı ölçülerde olan ama mutlaka olan zayıflıklarımız, başarısızlıklarımız, güçsüz olduğumuz her şeyle üstünü örtmeden yüzleştiğimiz, bunu da yansıtmaktan endişe duymadığımız, kaybolmaya yüz tutan değerlerimizden birini filizlendirerek; bir diğerini samimiyet, içtenlik ve empatiyle sevincini, mutluluğunu, başarısını, acısını paylaşabildiği bir kişi de bizlerin olduğu, bizlerin de çok olduğu yarınlarda yeniden görüşebilme umuduyla. 

 

Yazar

Ayşegül Emre

2 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *