SON UYANIŞ


604 Görüntüleme

Bir bilinmezlik sonsuzluk kapılarının ardına kadar açıldığı varoluşun yeniden boyut kazandığı bir süreç. Her burun buruna gelişimizde yanılgılarımızın, pişmanlıklarımızın peşine düşer oluyoruz. Ruhlarımız aşina olmuş panikliğimiz altında enkaz oluyor. Kim ne derse desin duyarsızlığını bu zamanlarda hissediyoruz. Bocalamalar iç çekişlerimiz ardı sıra sağanak iklimlere duçar. Leylaklar henüz rengini bulmamış bahar gelmemiş gibi. Her an savaşa hazırlıklı savaşçı gibi gardını almak yorucu oluyor. Soluk soluğa geçen günlerde anlatacak çok bilindik şeyler dışında sıradanlığını koruyor her detay. Küçücük bir bakış, bir gülüş insanın en korunaksız anına mutluluk bahşediyor. Terazinin kefesine koyup bir yanımızı varımızdan yokluğumuzu eksiltiyoruz. Hep mi dönemeç, gözyaşı beklentisi. Bilinmedik diyarlardan çıkarıp küçücük telaşlı ürkek, gözümün gördüğü gönlümün aldığı iklim huzuru arıyor yürek. Ölüm her zaman bedenin toprağa ram olması değil aslında. Ruhlar da pek ala ölürmüş. Kabullenince günlük hayatın çirkinliklerini yol yordam bilmeden, gidişatı ikircikli yapay gerçeklikte aramaya başlıyoruz.

Bu gidiş nereye sorusu sürekli zihinlerde…

Bin bir merhale atlayıp sonu olmayan düşlerimiz uykuyla uyanıklık arasında görülen bakışla yüzümüzü gölgeliyor. Kaçacak hiçbir yer, yaramıza derman olacak ilaç bulamayışımız kanadımızı kolumuzu kırıyor. Uzaklar, sessizlik teşrin eder yalnızlığımızı. Hangi kapıyı çalacak olsak kimsesiz yanımızla baş başa kalma mecburiyeti yaşıyoruz. Kokladığımız çiçeğin son çiçek olduğunu, ciğerlerimize çektiğimiz havasını son nefes olduğunu bilsek nasıl değişirdi yaşama direnişimiz. Anlarımızı büyüterek gözlerdeki anlamı hissederek varoluşumuzun tadını hissederek yaşardık.

Kaçmak çözüm değil. Duygusuzca silkelediğimiz her gözyaşının hesabı bir gün mutlaka sorulacak. Kapanan her kapının ezikliği altında, yaşam çemberinden geçmek korkutucu. Sessizlik yoruyor, sorgulatıyor her şeyi… Konuşmadan anlaşılan, söylemeden susarak geçmişin üzerine sünger çekmek gerekiyor. Beynimizde onca yılların tortulaşmış şahitliği. Mutsuzluk yüzünden okunan bir ifadesizliğe dönüşüyor. Ellerin, parmakların sana ait olan her zerre yeniden dönüşmek için zamanını bekliyor. Bizi onurlandıran şey, bir arada tutan ne?

Ölüm ruh gibi titrer ardımızda. Gölge gibi her an yanı başımızda..

 

Ben, benim, diyordum. Ama değildi. Bir şey, birisi, bir ruh, hayat çölünden geçen herkesi izliyordu, cennete ulaşmadan yakalayacaktı bizi. Düşündüm, ölümden başka bir şey değildi o: Ölüm cennetten önce bizi ele geçirecek. Yaşarken özlem, acı ve ıstırap çekmemize neden olan, her çeşit bulantıya katlanmamızı sağlayan şey, muhtemelen ana rahminde yaşadığımız ve kabul etmeye yanaşmasak da ancak ölümde tekrarlanabilecek olan birtakım kayıp mutlulukların hatırlanmasıdır..

Jack Kerouac

Yazar

Ayşe Coşkun Algün

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *