Kur’an’ın Şiirselliği


950 Görüntüleme

Kulağa gelen bir cümle insanın kalbini daraltabilir mi? İnsanı mutlu edebilir mi? Ya da bir cümle insanın hidayetine vesile olabilir mi?

Arap edebiyatının zirvesini yaşayan eski Arap toplumu Mekke etrafında oluşan panayırlarda okunmak için en güzel şiirlerini Kâbe’nin örtüsüne asıyorlardı, bunlara “Muaalakatus-Seb’a” (yedi asılı olan) deniyordu. Hangi babayiğit bunlardan daha güzel bir şiir yazabilirdi ve kim dilin sırtını böyle yere vurabilirdi? Dünyanın en zengin dilinin en şahane örneklerini görmekteydiler. Lebid bin Rebia zaferin baş adamlarındandı. Araplar binlerce yıllık edebiyatın birikim zirvesini yaşarken okuma yazma bilmeyen ümmi bir kişi (kendisine salât ve selam olsun) Kur’an tilavet etmeye başladı. Böyle bir akustik, böyle bir edebiyat, böyle bir tını yoktu. Kim, nasıl birleştirmişti bu kelimeleri? Bu anlam derinliği nasıl oluşmuştu?

LEBİD’İN MÜSLÜMAN OLUŞU

Arap liderler Lebid gibi edebiyatçılara “Müslümanlar Kur’an denen bir şey dinliyor. Etkisinde kalırsın, sakın ne diyorlar diye bile dinleme!” diyorlardı. Kulağında pamukla gezen Lebid bir gün düştüğü komik halden rahatsız oldu. “Bana ne oluyor da kulağımı kapatıyorum? Kelimelerden mi korkuyorum, kelimeler beni nasıl etkileyebilir ki?” dedi ve kulağındaki pamuğu çıkarıp Al-i İmran süresini dinledi. Kulaklarına inanamadı. Bu nasıl bir edebiyat, bu nasıl bir şiir, bu nasıl bir sentaks? Kafiyelerin içkin cazibesi, sözcüklerin düşük ve yüksek tonları, melodinin yoğunluğu içerisindeki anlam zenginliği... Anladı ki bu bir insan yapısı olamaz. O anda sorgulamadan Müslüman oldu. Sözcüklerin nuru ve mucizesi ile ikna edilen bir halk kitlesi oluşmaya başladı.

HAZRETİ ÖMER’İN MÜSLÜMAN OLUŞU

Hazreti Ömer de Kur’an’ı dinleyip Müslüman olanlardandır. Bir kızgınlıkla Müslüman olduğunu duyduğu kız kardeşinin evine gider, kız kardeşini ve kocasını ağzı yüzü kanlar içinde kalacak şekilde döverken birden kız kardeşi Kur’an okumaya başlar. Böyle bir şey olamaz... O gaddar adamın yüreğine bir şey olur, bir hidayet tohumu ekilir. Yani sadece hakikati duymuştur. Uzun bir tefekkür dönemi geçirip rasyonel bakış açısıyla İslam’ın kendisini ikna etmesini falan beklememiştir. Kulağının ne duyduğunu anlayan iyi bir aklı vardı. Daha evden ayrılmadan İslam’a hemen teslim oldu. Dili de bilen insanlar bu kelimelerin nurundan hemen etkilenip İslam ile kolayca müşerref olmuşlardır. Dili bilmeyenler için bile kelimelerin bir nuru ve bereketi vardır.

NECAŞİ’NİN MÜSLÜMAN OLUŞU

Habeşistanlı Necaşi kendisine gelen heyeti huzurunda kabul etmişti. Kendisine okunan Kur’an-ı Kerim’i dinler dinlemez teslim oldu. Bir mucize, bir keramet beklemedi, hatta vefat ettiğinde peygamberimiz gıyabi cenaze namazını kıldırdı.

CİNLERİN MÜSLÜMAN OLUŞU

Abdullah Bin Mesud (r.a.) Peygamberimizin cinlerle buluşmasında eşlik etmişti: “Büyük ve siyah bir yoğunluk peygamberin etrafını sardı ve artık kendisini göremiyordum. Şafak sökerken peygamberimiz onlardan ayrıldı...” diye peygamberimizin cinler ile buluşma sahnesini bize aktarır. Kadim müfessirler bu cinlerin Nusaybin’in cinleri olduğunu söylerler. Bir kez Kur’an dinlediler ve Müslüman oldular. Cinler bile surenin ilk ayetinde olduğu gibi “Dürüstlüğe yönelten muhteşem bir kıraat duyduk bu yüzden inandık.” (Cin Suresi 1-2. Ayetler) dediler. Şeytanlaşmışlara bile din değiştirten kıraattir Kur’an.

Buhari rivayetinde geçer ki: “Allah güzel bir sesle Kur’an okuyan bir peygamberi dikkatle dinlediği gibi kimseyi dinlemez” müminler okurken de melekler huşu içinde inip okunan ayetleri dinlerler... Eski dönemlerde müminlerin mahallesi gece gezildiğinde bir arı kovanı gibi vızıltılar duyulup, Kur’an tertil edildiğine dair birçok rivayet vardır.

Bazı insanlar okuyup anlaşılmayan Kur’an’ın faydasının olmayacağını söylemektedirler. Okuyup anladığımızda ne kadarını anlayabiliriz onu da bilmiyorum gerçi. “Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa Deniz(ler) de (mürekkep olsa), arkasından yedi deniz (daha gelip) ona yardım etse, yine de Allah’ın sözleri yazmakla bitmez.” (Lokman Suresi 27. Ayet)

Anlamaya çalışmak gerekmez diye söylemiyorum, bu kitabı sadece bir metne de indirgememek gerektiğinden sesini, akustiğini, duygusunu, nurunu ve bereketini hissedip onlardan da nasiplenmek gerektiğinden bahsediyorum.

Dünyaya ve bize ait olmayıp Allah’a ait olan, kullar gibi yaratılmamış olan Kur’an’a ve onun sesine bir hukuk kitabı gibi bakmamak gerekir. Onun harfleri, düzeni her şeyi kıymetlidir. Kulak vermesini bilen herkes için kelimelerin bir nuru vardır. Dinleyenlerin kalplerini yumuşatan, tüylerini diken diken eden, dinlemeye başlayınca içinizde adeta bir kazan kaynamasına sebep olan cümlelerdir bunlar. Sır sadece anlatılanda değil kelimelerin akustiğinde de yatar.

Bir kaç örnekle anlatmaya çalışayım;

 Kızmak kelimesi Arapçada “ğadab” kelimesi ile söylenir. Arapçada bu kelimeyi söylerken “ğayn harfi” ile söylersiniz. Bu harfin çıkması için de yüzünüz bir an için kızgın bir görüntüye bürünmek zorundadır. Kızmadan kızmak kelimesini söyleyemezsiniz. Gülmek “kahkaha” kelimesidir. Kelimedeki he harfleri boğazdan çıkan değil göbek hareketi ile çıkan iç he harfidir. Yani göbek iki kez gülmeden kahkaha kelimesini söyleyemezsiniz. Sinek kelimesi “zübab” dır. “ze” peltektir. Dilinizin ucunu ısırarak peltek bir şekilde “zübab” dersiniz. Vızıldamadan söyleyemezsiniz. Arapçada sinek diyebilmek için o sineğin kanat sesini çıkarmak zorundasınız. Sesini duyarsınız. Harfler kendi manalarını içeren bir akustik ve semantik ile tasarlanmıştır. Hani Yusuf Aleyhisselam kuyuya atılmıştı, işte o olayın geçtiği ayeti kerimede kuyuya düşme hadisesi “fi gayabetilcubb” şeklinde geçer. Dudaklar birleştirilip açılarak “cubb” denilir. Ve sanki suya atılmış bir nesne sesi çıkarılır. “Cubb” sesi olmadan, kuyuya düşen şeyin sesini duymadan olmaz. Bu semantizmi okuyucuya sesli bir şekilde anlatmayı çok isterdim. Hikâyeler, görmeseniz de sanki sessel bir görsel ile anlatılır. Kulağı olan herkes kıyamet suresini dinlerken kıyametin kopuş anını, olayların büyüdüğünü giderek vahimleşen ses tonundan hemen anlar. Manayı anlamasa bile kulağı idrak edebilir. İşte bu muazzam cümleleri kulaklar duydu, gönüllere sindi ve Müslüman oldular.

Şafi âlim İshak El Salebi 1035 yılında “Kur’an Tarafından Öldürülenler” diye bir kitap yazmıştır. Aynı ayeti tekrarlarken ölenler, Kur’an okurken ağlaya ağlaya inleyip ölenler, onun edebi hayranlığı içindeyken yüreği kaldırmayıp ölen nicelerinden bahsetmiştir.

Peygamberimiz Hadramut’tan gelen bir heyete Saffât suresini okumaya başlamış ama beşinci ayeti sakalından yaşlar akacak kadar ağlamaktan dolayı geçememiştir. Hazreti Ömer Tur suresindeki “Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir.” Ayetini dinlerken bayılmıştır. Selman Farisi Hicr suresini dinlerken “Kuşkusuz cehennem o sana uyanların buluşma yeri olacaktır” ayetini duyunca bağırmış, ellerinin arasında başı olduğu halde kaçarak gitmiş ve üç gün kimse onu görmemiştir. “Şayet biz bu Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsa idik, onu Allah korkusundan titremiş ve paramparça olmuş görürdün.” (Haşr Suresi 21. Ayet)

Hıristiyan olanların hiçbiri; ne Paul, ne Augustine, ne Pascal, ne de Luther İncilin ses estetiği ve edebiyatından Hıristiyan olmadılar. Allah son kitabını akustik bir halde tamamlayıp müzikal bir kitap gibi tasarlayıp dinini tamamladı. Onun için “Kur’an şiir gibi okunmalıdır.”, “Ve rettilil Kur’ane tertila” (Muzzemmil Suresi 4. Ayet)

Düz yazı şeklinde okunamaz. Sıradan bir metin gibi okumak metne zarar verir. Tertil üzere okumak emredilmiştir. Tecvid ve akustik önemlidir. Kur’an sesli bir hitaptır. Şiir gibidir ama şiir değildir; düz bir metin gibidir ama metin de değildir. Şiir farklı kelimelerin yan yana gelmesi ve kelimenin asıl anlamından çıkıp mecaz ve mübalağa gibi söz sanatlarıyla yeni bir anlam oluşturma sanatıdır.

Ne diyor şair: “Sen bana bakma ben baktığın yönde olurum.” Güzel bir cümledir. Hayatının her yerinde ben varım demek yerine mecaz yolu ile sanatlı bir anlatım tercih edilmiştir. Ama muhatabın baktığı her yerde olmak imkânsızdır. Şiir denilen sanat mecazlarla yeni bir anlam oluşturma çabasıdır.

Şiir, içindeki edebi sanatlardan dolayı ciddi de yalan da barındırır. Yalansız şiir bulmak imkânsız gibidir. Kur’an ise hakikati şiir yapan kitaptır.

“Biz ona şiir öğretmedik; Zaten ona yaraşmazdı da. Ona vahyedilen ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.” (Yasin Suresi 69. Ayet)

Peki, Kur’an’ı şiirden ayırt eden şey nedir? Gerçeğin şiiri olmasıdır. Evet, gerçeğin şiirine Kur’an denir. Allah hakikati, miras olayını, boşanmayı, çocuk yetiştirmeyi, cihadı şiir gibi yazmış ama kelimeleri eğmeden ve bükmeden mükemmel bir akustik ile anlatmıştır. Bunu duyan Lebid nasıl Müslüman olmasın?

KUR’AN NASIL DİNLENİLİR?

İş güç bırakılır, kulak kesilinir. Kur’an şu an elimizde olan en kutsal şeydir. Allah’ın kulların dili ile konuşmasıdır. Onun için “Kur’an okunurken kulak kesilin! Susun! Umulur ki merhamet edilirsiniz” denmiştir. Araba sürerken Kur’an dinleyemezsiniz! Ev süpürürken Kur’an dinleyemezsiniz! Konuşurken bir taraftan Kur’an dinleyemezsiniz! Bu ciddi bir iştir. İşi gücü bırakıp kulak kesilmeniz gerekir. Gece kalkılır, tertil ile şiir gibi okunur ve o nur kalbinizin en derinliklerine yerleşir. Allah’la konuşuyorsun, onun kelimelerini söylüyorsun. O halde her şey nezaket içinde olmalıdır.

“Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin serine örtüler çektik. Kulaklarına da ağırlık verdik” umarım ve Allah’tan af dileriz ki bugün Kur’an’ın kalplerimize tesir etmemesinin sebebi bu olmasın... Güneş ışığı muma düşerse mumu yumuşatır ama tuza düşerse tuza sertlik verir. Işık aynı ışıktır, alan maddeyse farklı şekillenir. İnen ayetler müminlerin imanını artırırken kâfirlerin de küfrünü artırıyordu. Mümine heyecan verirken kâfirin kasvetini çoğaltıyordu.

Rabbim bizleri gönderdiği kitabı Okuyup, okutan

Anlayıp, anlatan

Yaşayıp, yaşatan

Kullarından eylesin. AMİN...

Yazar

Fikret Şanlıbaba

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *