KİTAPSIZ, KÜTÜPHANESİZ HER EV MAĞARA KARANLIĞINDADIR


423 Görüntüleme

Kime dokunsam, kimle derinlemesine sohbet etsem konu dönüp dolaşıp ülkenin gelişemediğinden, geri kalmışlığından şikayet etmeye varıyor. 

Zaman zaman benim de yaptığım gibi onlarda “bu ülke nereye gidiyor“ un hesaplamasını yapıyor. Onları dikkatlice dinliyorum, hak vermişliğin yanında aynı soruyu yöneltiyorum “bu gözlemlediğin gidişat, geri kalmışlık karşısında senin mücadelen nedir?” hemen huzursuzlukla yüz hatları değişiyor, büyüyen gözleriyle “aklını mı kaçırdın hocam ben ne yapabilirim? “ Serzenişleri yerini alıyor.
Bizim elimizde olmayan sebeplerle Türk toplumunu gerilemeye iten, buna fırsat verip önünü açan, yetinmeyip ileri adımın önüne çelme takan, gerilemeye yönelik ülke adına alınan tutum, davranış ve kararlardan ben de en az şikayette bulunanlar kadar rahatsızım. Bu davranış sahip ve sahiplerine sınırsız öfke doluyum. Özellikle bazı konularda toplumun önüne atılan düşünce tarzı “İlerlemek değil, gerilemediğimize şükür edelim” düşünce kırıntısıyla yetinip, kıvanç duyacak, bunu başarı sayacak bir kimliğe sahip değilim. Ben ülkemi, yaşam standartları bizden daha elverişsiz toplumlarla yarıştırıp, daha fazlasını yapabilecek potansiyel ve imkan varken halimizden razı olan bireylerden de değilim. Dolayısıyla bizim elimizde olmayan sebepler tarafından geri kalmışlık konusuna katılıyorum. Öte yandan öğrenilmiş çaresizlik, sadece şikayet ederek mağdur rolüne girilmesi, umutsuzca bekleyerek bir şeyleri yoluna koyma düşüncesinide doğru bulmuyorum. Bireyler toplumu oluşturur. Bizler birey olarak gerçek anlamda aydınlanma, daha yaşanır bir dünya istiyorsak şayet bir mücadele vermemiz harekete geçmemiz gerekli.
Tarihte hiçbir toplum yoktur ki kucağında bulunan meyve tabağındaki mandalinaları soyarak gündüz kuşağı programlarını izleyerek bir level atlamış olsun. Tarihte hiçbir toplum yoktur ki bir hiç uğruna, sevdiklerinin kalbini kırarak saatlerce fanatikleşmiş ruhuyla siyasi liderleri tartışarak bir üst seviyeye ulaşmış olsun. Tarihte hiçbir toplum yoktur ki vasat ve vasatın da altında, ahlaki değerlerimizi hiçe sayan içeriklerle donatılmış, her güne bir dizi izleyecek kadar çok zamanı olsun. Tarihte hiçbir toplum yoktur ki sadece tüketici konumunda, bom boş içeriklerle her anını paylaşan fenomenlerin hikayelerini izlerken ileriye gitmiş olsun. Tarihte hiçbir toplumu aydınlanma kuru yemiş tabağındaki fındıkları ayıklarken bulmamıştır. Üzgünüm böyle bir kaynak yok. Toplumun büyük kısmının zevk ve tercihleri bu şekilde devam ederken gelişememekten söz etme hakkını kendilerinde bulmalarını yersiz buluyorum. Özellikle şikayet eden insanların hızlı bir şekilde merak, ilgi ve zamanını daha yararlı ve faydalı şeylere yönlendirmesi zamanın en büyük ihtiyacı. Her şey oranında güzeldir. Hayatımızda elbette diziler, eğlenceler, sosyal medya hepsi olacak fakat her biri miktarınca olunca güzeldir. Bunların yanında zihnimizi besleyen doğru kitaplar, doğru aktiviteler, yararlı uğraşlar da olmalı. Zaman  kavramı çok önemli, onu ne şekilde doldurduğumuz ise her şeyden daha önemli. Zamanımızı meşgul eden bir diziyi izlerken geçirdiğim iki saat sonunda  “ben bu diziyi izliyorum ama bana ne kazandırıyor, ne mesaj vermeye çalışıyor.“ sorgusu yapılmalı. Ben bu fenomenin hayatını anbean takip ediyorum ama bana ne kazandırıyor meselesinin hesap kitabı yapılmalı. Zamanımızı boşa geçirmemize sebebiyet veren etkenleri gözden geçirmeliyiz. Aydın  günler kimseye gelmediği gibi bize de gelmeyecek, biz onlara gidecek yollar arayacağız. “Karanlığa küfür edeceğine bir mum yak “ diyor yazar. Herkes karanlığa küfür ediyor da kim mum yakabiliyor ? O eylemi kim gösterebiliyor önemli olan budur. Artık şikayet değil eylem gerekiyor. Bir insanın diğer insana yapabileceği en büyük iyilik kendini geliştirmektir. Herkes kapısının önünü temizlerse ülke de kirli bir alan kalmayacağı gibi, herkes kendi beyninin gelişimi için elinden gelen mücadeleyi verirse ülke arzuladığımız gibi ışıl ışıl olur. Hayalini kurduğumuz yarınlara ancak bu şekilde kavuşuruz. Kendimizi donanımlı hale getirecek alışkanlıklar, eserler, insanlarla tanış olmamız gerekiyor. Çok sevdiğim Yavuz Bülent Bakiler “Kitapsız ve kütüphanesiz Müslüman Türk evi olmaz” der. Bu sözünü o kadar önemsiyorum ki. Bir ev dilediği tarzda Fransız dantelleriyle döşenmiş olsun, dilediği gibi ipek halılar serilmiş olsun, duvarlar seçkin İngiliz ressamların eserleriyle donatılmış olsun o evde kitap ve kütüphane yoksa bir hiç niteliğindedir. Bir evi ev yapan zihni geliştiren etkenler miktarıncadır. Gözden ırak gönülden de ırak olur sözü evlerimizde kütüphaneler içinde geçerlidir. Kütüphaneler gönüllerden ırak olmaması için görme alanımızda bulunmalı. Aile bireyleri göz aşinalığı dediğimiz bağla birlikte kitaplarla temas halinde bulunmalıdır.
Aydın  zihinleri geliştirmeye öncülük eden, şehrimizde altıncısı düzenlenen kitap fuarı geçtiğimiz günlerde açıldı. Bunun gibi zihinleri gelişime iten fuarları önemsiyorum çünkü insanlar üzerinde bir çok anlamda farkındalık oluşturuyor. İnsan yaşamı boyunca benzerlerini arar bu bir ihtiyaçtır. Toplumumuzda zaten sayılı miktarda bulunan okuyan insanların var olduğunu fuar vesilesiyle toplu olarak görmek her okura iyi gelir. Kitap fuarlarını en çok bu sebeple seviyorum okuyan insanlara sanki her köşesi yalnız değilsiniz, bakın burada binlerce benzeriniz var diye fısıldıyor. Yazımın başında belirttiğim gelişebilmek, aydın yarınlar hayali kuran fakat şikayet etmekle yetinen, sadece bekleyen insanları tek tek bu fuara davet etmek istiyorum. Aydınlanma dediğimiz şeyin birinci adımı tam da burada milyonlarcası sergilenen nitelikli ve donanımlı yazarların eserlerini okuyup, araştırıp, sorgulamakla mümkün. Dahası fuara davet edilen her yazar için aynı şeyi söylemem çok mümkün değil fakat yine donanım ve nitelik önderliğinde seçkin yazarların konferanslarına katılım sağlayarak, yılların birikimi bilgilerinden istifade etmekle gelişim sağlamak mümkün.
Düşünsenize araştıran, sorgulayan, okuyan insan çokluğunu hayali bile beni heyecanlandırıyor. Hepimiz de biliyoruz ki şimdiki çocuklar nasihat dinlemekten haz alan türden değiller. Onlar sözlerinizden ziyade eylemlerinizle hareket ederler.  Mesela bir çocuğa kitap oku derseniz ciddiye almaz fakat yanında kitap açıp okursanız, merakına yenilip zamanla sizi rol model edinip okumalar yapma oranı yüksektir. Velilerimi sürekli uyardığım konudur “okumayan bir anne babanın çocuğuna oku deme hakkı yoktur.“ önce siz, daha sonra çocuğunuz. Bilinçli anne babalar tarafından bu gibi kitap fuarlarını çocukların küçük yaşta görmesini sağlamak onun için son derece faydalıdır. Dünya da eğlence mekanlarını dolduran, avm lerde zaman geçirenlerin dışında kültürel anlamda gelişmek için çaba sarf eden, kitapların içinde zaman geçiren, kitap onlar için artık ihtiyaç haline gelmiş insanlarla tanışması gerekmektedir. Dünyayı biraz da bu tarafıyla gözlemlemelerine fırsat verilmeli.
Kitap fuarları her birey için önem arz ederken yazımın bu son kısmında da fuarın daha donanımlı hale gelmesi için olumsuz gördüğüm iki konuya ayırmak istedim. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar bekleyemeyiz. Bu olumsuzlukların birincisi sosyal medya da yer edinen takipçisi yüksek insanları yazar adı altında şehrimize davet edilmesi, her sene bu tip yazarların diğerlerini gölgeler vaziyette sayılarında artış olması konusu. Üstüne bir çok seçkin yazara verilmeyen konferansta konuşma hakkını bu insanlara tanınması bilinçli kitapseverler tarafından fuarın en çok eleştirilen tarafı. Amaç birilerini davet etmek, konuşturmaktan ziyade yine niteliğin ön plana çıktığı doğru yazarları, donanımlı bilgileri halkla buluşturmak olmalı. Bu halk dinliyor da ne dinliyor? Davası güdülmeli. Yine başka bir konu bu tarz kültürel fuarların ziyaretçi sayılarıyla övünç sağlamak yerine “milyona yakın insan bu fuara katıldı, evet çok güzel. Halkın rağbet ettiği bu fuar sonucunda halkın aldığı seçkin kitaplar, yazarların konferanslarında edindiği bilgiler neticesinde şu konularda halk gelişim gösterdi” dediğimiz gözle görülür gelişimler olmalı. Madem ziyaretçi sayısıyla “rekorlar şehri Kayseri” unvanını almış bizi diğer seksen ilden ayıran özellikler barındırmalı. Rekorlar şehrinde kültürel gelişimi geçtim herkesi tenzih ederim daha toplu taşıma araçlarına nasıl binilir, nasıl sıra olunur, toplum içinde nasıl oturulur, yürüyen merdivenin neresinde durulur bilinmiyor. Milyona yakın insanın kitapla buluştuğu şehirde suç işleme oranları bu kadar yüksek seviyede olması mümkün değildir. Hedef ziyaret edilmekse hayvanat bahçesi de dört yüz bine yakın ziyaretçi ağırlıyor. Başarı anlayışımız, övünç meselemiz ziyaret edilen rakamlardan ziyade, esnaf zihniyetinden uzak niteliğe önem veren tamamen halkın donanımı odaklı gelişmiş fuarların düzenlenmesi. Eminim böylesi daha faydalı olacaktır.
Kitaplarımızı raflarda tozlanmaya mahrum bırakılmadan açıp okunduğu, bireysel olarak üzerimize düşen kişisel donanım ve gelişim gayretiyle sancılandığımız günlerde yeniden görüşmek üzere. Söz veriyorum o gün şikayet kabul edeceğim.

Yazar

Ayşegül Emre

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *