Yükleniyor
Yükleniyor
“Her şey kötüye gittiğinde kendine bir tatil ısmarla.“ demiş Betty Williams. Nefes almak, biraz bir şeylerden uzaklaşmak herkese iyi gelen, tıpta yeri olmayan tek ilaçtır. Peygamberimizde der ya hani “seyahat edin sıhhat bulun” diye. Hem bedensel hem ruhsal sıhhat için biraz bulunduğumuz ortamlardan uzaklaşmaya, yuvarlanıp hep aynı yere sil baştan geldiğimiz döngünün rutinlerimizin dışına çıkmaya ihtiyacımız var. Kuşkusuz her yenilikte bir lezzet vardır. Seyahatte de yeni mekanlar, yeni coğrafyalar, yeni insanlar, yeni ortamlar şifa olarak yeter. Bu çok yönlü yeniliklerden dolayı ruhta bir ferahlık oluşması kaçınılmazdır.
Zaman buldukça uzaklaşma işini seven birisiyim. Uzaklaşmanın bana hissettirdiklerinden hoşnut oluyorum. Geçtiğimiz günlerde "Güneşin Doğduğu Şehir" sloganıyla tanınan, Karadeniz'in başkenti, Atatürk'ün şehri olarak adlandırılan Samsun’ daydım. Cennet vatanımızın her bölgesi her karışı değerli fakat yeşile olan hayranlığımdan olsa gerek Karadeniz bende ayrı intiba uyandırıyor. Peygamberimizin yeşilliğe bakmanın göze cila verdiğini, gözü kuvvetlendirdiğini, kendisinin akarsuya ve yeşilliğe bakmaktan hoşlandığı hadis-i şerifle bizlere bildirilmiştir. Bunun haricinde Avustralya’nın Melbourne Üniversitesi Psikoloji Bölümü tarafından yürütülen araştırmada doğaya yeşile bakmanın beyni güçlendirdiği tespit edildiğini, araştırma ekibinden Kate Lee, sadece 40 saniye yeşile bakmanın bile beyin performasını, konsantrasyonu artırıp karar vermeyi kolaylaştırdığını, öte yandan ABD’de yapılan farklı bir araştırmada ise gün içinde doğada geçirilecek 12 dakikanın doğru karar almada büyük katkı sağladığını okumuştum. Kendimde de etkisini gördüğüm stresin beyin performansını doğrudan etkilediğini, gün içinde açık alanlarda geçirilecek kısa zamanların bile psikolojiye büyük katkısı olduğunu keşfediyorum. Yeşile hayran birisi olarak yaşadığım şehir Kayseri de ormanlık, yeşil bir alanı görmek için dakikalarca gitmek gerekmekte. Hakim olduğu iklim sınırları içinde ormanlık alanlar seçmece oldukça az. Buraya geldiğimde bereketli toprakların uçsuz bucaksız gözlerin alabildiği her alanın yeşil olması kalbimi etkisi altına almaya yetiyor.
Birinci Mehmed dönemine dek iki Samsun şehri varlığını sürdürmüş, bu dönemde her iki şehir de Osmanlı Devleti topraklarına katılarak birleştirilmiş. 1422-1428 yılları arasında Kubadoğulları eline geçen Samsun, 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ nin ilanına dek Osmanlı hakimiyetinde kalmış. Türkiye'nin kurulmasına dek uzanan Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’ a çıktığı ve İstiklal mücadelemizin dönüm noktalarından 19 Mayıs 1919 tarihinde, ülkemizin bağımsızlığıyla sonuçlanan zaferin ilk adımı bu topraklarda atılmış. Samsun’ da yakılan özgürlük ateşi ile vatan topraklarımızın ilelebet işgal edilemeyeceği bütün dünyaya ilan edilmiş. Milli şuurla kurulan Türkiye Cumhuriyeti, yarınlarımızın ışığı gençlerimize Samsun da emanet edildiği sürecin başlangıç durağı olması nedeniyle özel bir konumu sahip. Bu duyguyu diri tutma adına şehrin neredeyse her semtinde bu duyguyu tazeleyecek bir çok müze, tarihi doku korunup günümüze kadar yaşatılmış. Samsun Karadeniz bölgesi'nin en büyük metropol kenti olması sebebiyle göç alarak nüfus yoğunluğunun yaşandığı şehir haline gelmiş. Ticari yaşantıda oldukça canlı. Yatırım yapmaya; kentin yerleşimi ve üretim alanları diğer Karadeniz illerine göre daha müsait. Kent, genel anlamda stratejik önemi nedeniyle bölgedeki diğer illere göre avantajlı durumda. Samsun önemli derecede su varlığı taşımakta denizin yanı sıra bir çok çaylar, göller, ırmaklar, dereler şehri varlıklı hale getirmiş. Dağlık ve ormanlık bir yapıya sahip olması nedeniyle ilin bitki örtüsünün önemli bir kısmı ağaçlardan oluşmakta. Bitki örtüsü ve biyolojik çeşitlilik açısından zengin bir yapıya sahip olan şehir kuş varlığı da kuş bilimi açısından uluslararası öneme sahip hale gelmiş. Özellikle 358 kuş türünün gözlendiği Kızılırmak Deltası Kuş Cenneti ile 203 türün gözlendiği Gölyazı bu anlamda öne çıkmış. Birazda Samsun insanından söz etmek istiyorum. Netice itibariyle şehri güzelleştiren insanıdır. Burada da insanlık ilişkileri o kadar sıcak ki hala insanların birbirlerine olan saygılarının korunduğunu görmek, birlik beraberlik duyguların korunması adına gayret eden insanlarla tanış olmak benim umudumu tazeledi. Yardımseverlik, işbirliği, misafirperverlik ve bizlerin özünde olan geleneksel Türk değerlerine bağlı kalarak yaşamaya çabalamaları gurur verici. Ülkeler arası temsilen bir yarışma olsa ve deseler ki; “her ülkeden bir kişinin ülkenizi temsil etmesi gerekiyor” deseler ben kesinlikle Karadeniz kadınının ülkemizi temsilen çıkmasını isterim. Karadeniz’ in neredeyse her şehrini gezdim. Bu yörelerin özellikle kadınlarına hissettiğim, gözlemlediğim çok farklı değerler var. Her yörenin insanı kıyaslanamayacak türde bambaşkadır, özeldir fakat onların o dur durak bilmez üretkenlik, çalışkanlık ve asaletine hayranım. Doksan yaşına da gelseler şöyle bir oturup soluklanayım demeyişlerine, tabutlarına son çivi çakılana kadar dağ, dere, tepe, yaylalarda koşturmalarına, şartların ya da karşılarına çıkan engelleri aşmalarına, ne kadar dert çekseler oralı olmayıp kaldıkları yerden devam edişlerine, tuttuğunu koparana kadar mücadele edişlerine, İsviçre çakısı gibi elinden gelmeyen iş olmayışlarına, gözlerinin karalığına, yörenin havası ve suyuyla yoğrulduklarından olsa gerek sırtlarında taşıdıkları çayır ve odun bellerini bükse de hayata karşı daima dik duruştan taviz vermeyişlerine, neşeliyken etrafını kahkahaya boğup, kaşlarını çattığında ise en yakın gezegene iltica talebinde bulunmak gerektiğine, Türk topraklarının kutsallığına inanışlarına, dereleri yaylaları satılık değil; onları kendilerinden bir parça olarak bilip sahip çıkışlarına hayranım. Ben onlara hayranım...
Bu kısa süre zarfında “Yolculuk bizi kendimize geri getirir.” diyen Albert CAMUS ‘ un sözünü dinledim. Kıymetli toprakların dur durak bilmeyen çalışkan insanlarını, samimiyetlerini, birlik beraberliğin bazı topraklarda korunduğunu gözlemlemek, farklı lezzetlerini tatmak, sofralarında onlarla olmak, evin bireyi haline dönüşen inekleriyle güne merhaba demek, incir, nar, mısır tarlaların arasında kaybolmak, denizin tadını çıkarmak, yaşatılan tarihle yüzleşme fırsatı edinmek, farklı kültürleri tanımak, biraz rutinin dışına çıkmak beni kendime geri getirdi.
Belki de ihtiyacımız olan sadece rutinleri bozup bambaşka coğrafyaları yakından tanımak için kaçmaktır. Özleyeceğim Samsun.
0 Yorum:
Yorum Bırakın