Gözümden Kadim Şehir İstanbul


1151 Görüntüleme

Gökyüzüne uzanan minareleri, altın yaldızlı kubbeleri, sarayları, köşkleri, müzeleri, anıtları, kuleleri, kıtaları birleştiren köprüleri, doğal güzellikleri, geçmişten günümüze uzanan tarih esintisi, gökyüzünde ahenkle dans eden martıları, ışıltılı deniziyle, sinesine milyonlarca insanı çeken bunları yaparken de gocunmayan şanlı şehir İstanbul.

 İstanbul’ u bir çok kez gezip görme imkanım oldu. Geçtiğimiz günlerde onlara bir tanesi daha eklendi ve İstanbul’ daydım. Bu yazımda sizlerle şöyle bulunduğumuz ortamdan az uzaklaşalım; gökyüzüne uzanan minareleri birlikte anımsayalım, martılara birlikte simit atalım, kız kulesinin karşısında çay içelim, Ayasofya da birlikte namaz kılalım, deniz havasını birlikte içimize çekelim, sahaflar çarşısında kitapların sayfalarını birlikte karıştıralım, Pierre Loti tepesine birlikte çıkıp manzaraya karşı şöyle kırk yıl hatır bırakacak güzel bir kahve içelim istedim.

 Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki adına kitaplar yazılan, şiirler söylenen, resimler çizilen, filmler çekilen şehri tek bir yazıyla anlatabilmek oldukça zor ve cesaret isteyen bir iş olduğunu belirtmek isterim. Bahsi geçecek her bir yer için ayrı ayrı kitaplar yazılabilir. Neler yazılsa, ne anlatılsa, kaç film çekilse kuşkusuz hep bir şeyler eksik kalır. Bu şehre her gidişimde tıpkı ilk kez gidiyor, görüyormuşum gibi büyüsüne kapılıyor, her gidişimde farklı bir yönünü keşfediyorum. Her seferinde  farklı bir yönünü göstermeyi, hayret ettirmeyi başarıyor. Bu şehir milyonlarca insanın aynı anda ‘bu şehirde yaşanmaz’ deyip, yine de vazgeçemediği bir şehir. Akın akın farklı renkte, farklı ırkta, farklı dile, farklı dine mensup insan bütünüyle ilk etapta şehrin kucakladığı bu karmaşıklık ruha fazla gelse de çok değil az zaman sonra sizde ötekiler gibi İstanbul’un kucağında hissediyorsunuz. Her şehrin kendine has kitaplarda yazmayan toplumsal kuralları vardır. O kuralları ihlal ettiğinizde ses hemen yükselir, istemsizce toplum sizi törpüler. Bu şehirde dikkatimi çeken en belirleyici şey bu; oluşmuş herhangi bir toplumsal kural olmaması. Bunun bence sebebi Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sisteminin de doğruladığı gibi en çok göç alan ilin İstanbul olduğu. İstanbul sadece köyden kente göç edenler tarafından değil; aynı zamanda İran, Irak, Suriye ve Afganistan uyruklu yabancı vatandaşlar tarafından da büyük oranda tercih edilen bir bölge haline dönüşmüş durumda. Hal böyleyken bu kadar yerli, yabancı göç almış karma şehirde kim kendi toplumsal kuralını uygulamaya çalışabilir ki .Özellikle bazı semtleri hızla gelişen sadece belirli ırka yönelik restoranları, tatlıcıları, giyim mağazaları, koku mağazaları gibi yerleşmiş durumda bir çok dükkanı peşi sıra görünce, önceki gelişimde hissetmediğim kadar kendimi yabancı bir ülkede geziyormuşum, sanki aralarında yabancı olan benmişim hissini oluşturdu. İçinde olan yetmezmiş gibi birde turistik gezi amaçlı ziyaret için gelen insanları da hesaba katınca zaten sokaklarında gezerken hissedeceğiniz gibi yabancı insan sayısı ağırlıkta oluyor. Gözlem yapmayı seven bir insanım belki hayatım boyunca bu kadar farklı çeşit insanın ülkelerine gitme, onların kültürlerini tanıma fırsatım olmayacak. Onlarla hazır aynı ortamlarda bulunmuşken sürekli gözlem yapma şansım oldu. Yemek seçimleri, diğer insanlarla iletişimleri, kıyafetleri, inançları, yansıttıkları kültürel yapı gibi onları gözlemleyerek, yer yer iletişim kurarak bir çok deneyim yaşama fırsatım oldu. Bu şehri gezmeye hep yabancı insanların “Büyük Türk, Dahi Türk“ lakaplarıyla bildiği, tarih kitaplarında adı “çağ açıp çağ kapatan padişah“ olarak geçen, İstanbul’ u fetheden şanlı dedem Fatih Sultan Mehmet’in kabri şerifini  ziyaret etmekle başlarım. O olmasaydı şu an bir çok şey çok farklı olabilirdi. O nedenle bin minnetle her şeyden çok önce bu şehir o ziyaret edilerek başlanmalı. Bu gelişimde beni oldukça heyecanlandıran tek bir yeri görmek arzusu diğerlerinden daha ağır bastı. İstanbul'un fethinin sembollerinden biri, 86 yıldır kanayan yaramız Ayasofya’mız. Heyecanlıydım, gururluydum, içim kıpır kıpırdı çünkü Ayasofya' ya artık bilet alarak değil abdest alarak girme vaktimiz gelmişti. Fatih Sultan Mehmet Ayasofya için bir vakıf kurar, senet hazırlatır. 65 metre uzunluğunda, 38 santimetre eninde olan bu vakıf senedinin içeriği :

“Kim bu Ayasofya’ yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya camisi’ nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kast ederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’ in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin, haşır gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir”  şeklindedir. Fatih Sultan Mehmet gözünden Ayasofya’ nın önemini, gösterdiği hassasiyeti yazdırdığı bu senetle daha iyi anlıyoruz. İçeri adım atar atmaz kulağımda bu senet fısıltı halinde adeta okundu. Mimari yapı açısından önemli dönüm noktası olarak görülen bu yapıyı incelerken büyük gururla “başardık“ dedim. Gün içinde yerli/yabancı milyonlarca insanın ziyaret ettiği mabedimizin etkisi altında kalan bir tek bizler değiliz. Buranın imam hatibi her gün en az 2/3 kişinin Müslümanlıkla şereflendiğini, bu başlangıç için Ayasofya‘ yı tercih ettiğini dile getiriyor. O insanlar içinde tören düzenlediklerini ifade ediyor. Biz Müslümanların yeterince dikkat kesilmediği o ezan sesini o kadar dikkatle dinliyorlar ki. Sırf bu sesten dolayı onlarca kişi Müslümanlıkla onurlanmış. İçeri girmeden güvenlik noktalarından geçmek için uzun sıralar oluşuyor. Farklı dine mensup kardeşlerimizin de cami adabına uygun şekilde giyinmeleri, namaz esnasında gözlem yapan meraklı bakışları, sorular sormaları son derece güzeldi. Bunun yanında namaz esnasında bir yanımda Çin’den gelen bir kadın vardı, diğer yanımda Faslı bir kadın, önümde duran diğerlerine bakarak daha siyahi bir kadın daha vardı. Siyahı kadın arkasını dönüp, inceleyip dedi ki;  “Kendini göstererek ben siyahım, beni göstererek sen beyazsın ama hepimiz kardeşiz, din kardeşiyiz “ Bizi tek cümleyle birleştiren bu sözü beni o kadar duygulandırdı ki zaten göz yaşım akmak için komut beklerken o kadın gibi engel olamadım. Sağımda, solumda, önümde, arkamda farklı renkte, farklı dilde, farklı ülkelerden aynı gaye için gelmiş din kardeşlerimizle yine aynı gaye için başımızı secdeye koymak hayatım boyunca anlamını yitirmeyecek şeylerden biri olarak kalacak. İstanbul’ a gitmeden önce yapılması gereken en önemli şey bence tarihini araştırmak, okumaktır. Burada gittiğiniz yerleri bilerek gezmek her şeyi daha anlamlı kılıyor. Basit bir örnekle gitmeden Süleymaniye Cami hakkında minik bir araştırma yapmasaydım Mimar Sinan’ın ‘kalfalık eseri' olarak adlandırdığı bu camide bulunan 4 minarenin İstanbul’un fethinden sonra tahta geçen 4 padişahı temsil etmek için inşa ettiğini, minareler üzerinde bulunan 10 şerefenin Kanuni'nin Osmanlı'nın 10. padişahı olmasını simgelemek için yaptığını, yine aynı şekilde Sultanahmet Cami’ nin 16 tane şerefesi bulunmasının anlamını Sultan I. Ahmet’ in Osmanlı İmparatorluğu’ nun 16. hükümdarı oluşunu simgelemek amaçlı yaptığını nereden anlayabilirdim. Demem o ki gitmeden okumak, görünce de  bütünleştirmek muazzam bir his. İstanbul kuşatması sırasında şehit olan, islamiyeti ilk kabul edenlerden, aynı zamanda peygamberimizi evinde ağırlama şerefine nail olmuş  Eyyub El- Ensari’ nin kabrinin de bulunduğu Eyüp Sultan Cami’sini ziyaret etmek, o atmosferi tatmak  oldukça güzeldi. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’ u fethettikten 5 yıl sonra bu değerli kişiliğin anısına bir cami inşa edilmesini emrediyor. Eyüp Sultan Camisi ve Eyüp Sultan Türbesi o kadar değerli yerler olarak kabul ediliyor ki her yıl binlerce yerli turist dua etmek için geliyor. Özellikle Ramazan ayı, dini bayramlar ve kandil günlerinde insanlar türbeye gelip adak adıyorlar ve dua ediyorlar. Bu caminin yukarısında bulunan tarihi mezarlık kimliği taşıyan Eyüp mezarlığında bulunan nice padişahlar, sadrazamlar, şeyhülislamlar, vezirler, kumandanlar, hanım sultanlar, saray mensupları, din, tasavvuf, ilim, fikir, sanat adamları, şairler, şehitlerimize mezar ziyareti gerçekleştirmek insanı bambaşka alemlere götürüyor. İstanbul’da gezilecek yerler arasında şüphesiz en güzel manzaraya sahip noktalardan biri, Eyüp  Sultan‘ın yukarısında bulunan Pierre Loti Tepesi. Haliç manzarasını panoramik olarak izleyebileceğimiz tepenin adı, Julien Viaud adlı Fransız yazardan geliyor. Tepenin adını  “Eyüp Sultan Tepesi” olarak değiştirmek amacıyla belediye meclisine sunulan öneri, pek çok çevreden büyük itirazlar görmüş ve belediye meclisince reddedilmiş. Burada manzaraya karşı güzel bir kahve eşliğinde Loti’ nin kendini İstanbul’ un şefkatli kollarına bırakışının seyrine dalabilirsiniz. Bu şehirde nereye bakarsanız bakın adeta orası sizi kendine çağırıyor. Sizlerle hepsini uzun uzun anlatamasam da belli başlı yerleri sizlerle tavsiye amaçlı kısaca paylaşmak istiyorum. Yazımın bu bölümünü “Görmeden Dönme” köşesi olarak ayırıyorum;Türkiye’nin ilk 6 minareli cami olma özelliğine sahip Sultanahmet Camisini, Seyr- i İstanbul Galata kulesini, hayranlık uyandıran Beyazıt camisini, Süleymaniye Camisini, Üsküdar sahiline gittiğinizde sizinle karşılıklı çay içebilmek için sabırsızlıkla bekleyen edalı cilveli Kız Kulesini, Fatih Sultan Mehmet’in padişah olduğu yıllarda inşa edilmiş yaklaşık 550 yıldır varlığını sağlam bir şekilde sürdüren, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ nde de adı geçen dünyanın en eski ve büyük yapılı kapalı çarşısını, kitap kokusuna banmak için sahaflar çarşısını, Eminönü’ nde gözleriniz denizin seyrinde uzaklara dalmadan,  martılara simit atmadan, balık yemeden sakın dönmeyin! Gezerken kendinizi binbir gece masalları’ nda bulacağınız bu büyülü şehri gezerken başta da belirttiğim gibi tarihini bilerek gezmek en büyük tavsiyemdir.

 Bu yazım da dünyanın gerçek başkentini, coğrafya konumu bakımından dünyada rakibi olmayan, manzarasının güzelliğini hiçbir fırçanın çizemediği, hiçbir kalemin layıkıyla tarif edemediği, binlerce yıldır yaşamın her kesimine ev sahipliği yapmış güzellikler diyarını, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Kent” listesine alınan, geçmişi ile iç içe yaşayan şanlı şehrimiz İstanbul’ u nacızane yansıtmaya çalıştım. Sayfalar dolusu tüm yazdıklarım sonunda şunu ifade etmeliyim ki hala anlatacağım şeyler anlattıklarımdan çok fazla. Ama hani bazı şeyler anlatılmaz yaşanır ya kadim şehir İstanbul sen bunların en başısın. Sen yaşanmalısın. Her bir gününüzün bu şehir kadar yaşanmaya değer, eşsiz olmasını temenni eder, yeniden görüşmeyi umut ederim İstanbul gibi .

Yazar

Ayşegül Emre

1 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *