Yükleniyor
Yükleniyor
Birini ilk tanıdığımız gibi kalmasını ne çok arzu ederiz. Dikkat edin az tanıdığımız herkes çok iyidir. Yeterince tanıyıp güzel kalan ne çok az insan var. Yakınlaşmanın dozu arttıkça gerçeklerle, görmek istemediklerimizle karşı karşıya kalırız. Gözümüzde büyüttüğümüz insanları tanıdıkça, içinden matruşka bebekler gibi daha küçük insanlar çıkmaya başlar. Küçük insanlara tanık oldukça kendisine duyduğumuz çıkarsız sevgi, saygı, şefkat yerini bambaşka hisleri alabilir. Netice itibariyle insan yanılabilen bir canlıdır. İnsanları olduklarından ziyade görmek istediğimiz gibi görürüz. Aklımızda kişi hakkında bir profil oluşturur “ne kadar da iyi bir insan” der o şekilde de tanımlarız hafızamıza. Çoğu zaman bir takım davranışlarla “sen görmek istemesen de ben özünde buyum” der hareketler sergileseler de biz aklımızda iyi kalmasını istediğimiz için kabullenemeyip “hayır bu sen olamazsın “ der o insana sevgi beslemeye, inanmaya, daha fenası güvenmeye devam ederiz. Onlar kusursuz oldukları için değil, güzel kalmasını biz istediğimiz için içsel savaşla ısrar ederiz. Ta ki ikinci hamlesiyle gerçek yüzünü daha sert bir şekilde gösterene kadar. Bundan daha sonra hâlâ o insana karşı sevgi besliyor olmak kişinin kendine yaptığı en büyük saygısızlıklardan bir tanesi olur. “Ben insan sarrafıyım, ben yanılmam, gözünden tanırım“ gibi büyük sözler konuşan insanların bile yanıldığı bir çağ bu çağ. Gözlemliyoruz ki bu çağda insanlar, insanları şaşırtmayı daha profesyonel şekilde beceriyor. Artık değişen sadece mevsimler değil. Mevsimler bile dört çeşitken, insanlar binbir karakter. Dünyanın belki en sancılı kelimesi sanmaktır. İnsanları tamamen ön yargısız duygularımızla bir şey zannederiz. Tüm çabamız ise sandığımız gibi kalmalarıdır. Tüm hayal kırıklıklarının ağ babası sanmaktır. Sevdiğini sanmak, sevildiğini sanmak, iyi biri sanmak, doğru kişi sanmak, güzel olacağını sanmak, gitmeyeceğini sanmak, hiç bitmeyeceğini sanmak, düzeleceğini sanmak, “ben masumum” diyeni melek sanmak, “ben yalan söylemem” diyeni dürüst sanmak, “ar” dan bahsedeni en namuslu olan sanmak, “ahlaktan“ bahsedeni karakterli sanmak, “bırakmayacağım” diyenin hiç gitmeyeceğini sanmak, “yanındayım” diyenin her koşulda yanında olacağını sanmak. Sanmak, sanmak, sanmak... İnsanı ziyan eden, mahveden, harcayan bir meseledir. Sanmak hassas kalplerin kusurudur. Sanmak can acıtır. Fazla anlam yüklemenin, yanılmanın en olumsuz tarafı ise bu kırgınlığın tüm insanlığa sirayet etme durumudur. Bir insanda yaşadığımız meselenin tüm insanlığa yansımasıdır. Bunu en güzel çok severim Sabahattin Ali anlatır; “Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar çok inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Ona kızgın değildim. Ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. Ama bir kere kırılmıştım. Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı, çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi.” der... Yazımın sonunda hepimiz için tek temennim; sandığımız gibi kalacak insanlarımız çok olsun. Değişmek bırakalım sadece mevsimlere ait bir özellik olarak kalsın. Böylesi daha güzel.
0 Yorum:
Yorum Bırakın