Gerçeklikten Kaçış: YAPAY HAYATLAR


60 Görüntüleme

Grafik tasarımcı olarak yapay zekanın mesleki açıdan sunduğu kolaylıkları ilk deneyimleyenlerden biriyim. Bir zamanlar saatler süren deneme-yanılma süreçlerini, artık birkaç komutla kısa sürede aşabiliyoruz. Eskiden günler alan sunum hazırlıkları, artık dakikalar içinde şekilleniyor. İlhamı ararken tıkanıp kaldığımız anlarda, yapay zeka adeta yanımızda ikinci bir kreatif beyin gibi çalışıyor. Kabul edelim, bu büyük bir konfor. Ve elbette ki bu konfor, üretkenliği de beraberinde getiriyor.

Peki ya sosyal yaşam için?

Bu kolaylık, beraberinde görünmez bir gölge taşıyor. Çünkü yapay zeka yalnızca işimizi değil, yaşam algımızı da dönüştürüyor. Zaten sosyal medyayla birlikte gerçeklikten bir miktar uzaklaşmıştık. Filtrelerle güzelleştirilmiş hayatlar, estetikle yeniden yazılmış hikâyeler... Şimdi buna bir de yapay zekanın sınırsız üretim kapasitesi eklendi.

Düşünsenize, bir genç sosyal medya uygulamasını açıyor ve karşısına çıkan her şey: Yapay zeka ile oluşturulmuş yüzler, yapay zeka ile yazılmış sözler, sahte ama etkileyici videolar. Her şey çok “kusursuz” ama bir o kadar da gerçek dışı. Bu da kaçınılmaz olarak gençlerin kendilerini yetersiz hissetmelerine, hayattan beklentilerini yapay bir ideal üzerinden kurmalarına neden oluyor. Oysa hayat, bu kadar pürüzsüz değil. Olmamalı da.

Sadece gençler değil; biz yetişkinler de etkileniyoruz. Gerçeklik algımız yavaş yavaş dönüşüyor. Gördüğümüz her içerik karşısında “gerçek mi bu?” diye sormaya başlıyoruz. Hatta bazen o içeriğin yapay olması bizi rahatsız bile etmiyor. Çünkü o kurgu, gerçeğin sunamadığı kadar çekici geliyor. İşte asıl tehlike burada başlıyor.

Kültürel anlamda da benzer bir sarsıntıdayız. Eskiden bir yazının ya da bir tasarımın ardında bir insanın emeği, duygusu, deneyimi vardı. Şimdi aynı içerik saniyeler içinde üretiliyor. Elbette bu bir üretim patlaması sağlıyor ama aynı zamanda özgünlüğü de silikleştiriyor. Her şey birbirine benziyor. Her şey fazla “ideal” ama bir o kadar da ruhsuz.

Bu teknolojinin tamamen karşısında değilim. Hatta mesleki anlamda doğru kullanıldığında büyük faydalar sağladığına inanıyorum. Ama toplumsal hafızamızı, bireysel duygularımızı ve kültürel çeşitliliğimizi zedeleyecek bir noktaya da hızla yaklaşıyoruz.

Gerçek ilişkilerin yerini algoritmalar alırken, gerçek deneyimlerin yerini yapay hikâyeler doldururken... durup düşünmemiz gerek: Ne kadarını gerçekten yaşıyoruz, ne kadarını sadece izliyoruz?

Yapay zeka, bir araç. Ama biz onu amaç hâline getirirsek, insan olmanın en doğal taraflarını kaybedebiliriz. Ve hiçbir teknoloji, kaybolmuş bir insanlık hissini geri getiremez.

Bu teknolojik obezite hastalığından kurtulmak için belki de en basit ama en güçlü çözüm: Kendimize dönmek. Sürekli uyarılan zihnimizi biraz susturmak, başkalarının ürettiği yapay içeriklerle değil, kendi iç dünyamızla bağlantıya geçmek.

Bir sabah kahvemi sessizce içtiğimde, telefonuma bakmadan geçen on dakikanın bana nasıl iyi geldiğini fark ettim. Belki de ihtiyaç duyduğumuz şey tam olarak bu: Daha az ekran, daha çok an. Daha çok doğa, daha çok sohbet, daha çok kendilik.

Gerçek duygu, yapaydan üstün. Ve belki de yeniden hatırlamamız gereken tek şey bu.

Yazar

MUHAMMED BAKAR

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *