EN DEĞERLİ ÇİÇEKLER BATAKLIKTA AÇAR


641 Görüntüleme

Yaşam alanlarımızın yalnız insanlara ait bir misafirhane olmadığı, hayvanların ve bitkilerinde en az bizler kadar yaşama hakları bulunduğunu hepimiz biliriz. Fakat diğerlerinden çok farklı yaratılan, hep daha fazlasını murat eden insan bencilliğini diğer canlıların yaşama alanına usulsüzlükler yaparak önüne geçmeyi başarmıştır.

               Evreni bir bütün olarak kabul eden ecdadımız diğer canlılara saygının temellerini o zamandan topluma aşılıyor. Hatta Osmanlı insanının diğer canlılara gösterdiği yakınlık, kurduğu ilgi bağı pek çok Avrupalı gezginin dikkatini çekmiş olacak ki Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa’ya tanıtmasıyla ünlü Comte de Marsigli hayretini şu şekilde dile getiriyor: “Şunu itiraf etmeliyim ki, Müslüman Türkler, bu dindarane hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil ederler (yayarlar)”.

Fransız coğrafyacı, tarihçi yazar El-is-ee Recus da der ki:

“Osmanlılardaki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır...Türklerle Rumların karışık olarak yaşadığı köylerde ise bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa bilin ki o ev bir Türk evidir.” Şu nezakete dışarı yansıyan hayran olunası nezakete bir bakar mısınız?

               Kutsal kitabımız Kur‘an-ı Kerim’ i verdiği mesajları anlamak adına meali ile birlikte okumanın daha anlamlı olduğuna şahitlik ediyorum. Okurken belirli aralıklarla “Akıl erdirmez misiniz?“,“Aklınızı çalıştırmaz mısınız?”,“Düşünmez misiniz?  İbareleri geçer. Her şey insanın akıletmesi, düşünmesi üzerine yorumlanmıştır. Kur'an da insanı düşünmeye teşvik eden ayet sayısı 700'den fazladır. Aklın önemine Kur'an kadar vurgu yapan başka bir dinsel metin de yoktur. İnsanı düşünmeye sevk etmeye  bu kadar zemin hazırlanmışken insan başını kaldırmalı evrende olup bitene göz gezdirmeli, kendinin ve diğer canlıların bitkilerin, hayvanların yaratılış amaçlarını düşünmeli. Zihni biraz da bunlarla meşgul olmalı. Hiçbir yaşımda dizi izleme alışkanlığım hatta tv de uzun zaman geçirme alışkanlığım maalesef olmadı. Maalesef diyorum çünkü toplum neler izliyor, neler dikkatini çekiyor, kimleri kendine rol model alıyor çok merak ediyorum. İzlemeye çalışıyorum zihnim, mantığım, akıl sağlığım için uzak kalmanın çok daha yerinde bir karar olduğunu her seferinde yeniden yeniden idrak ediyorum. Türk insanının zihninin bilinçli şekilde boş içeriklerle doldurulduğunu gözlemliyorum. Gündüz kuşağı programı diye normalleştirilen hadiselerden, dizi diye önümüze sunulan ahlaki değerlerimizin gözler önünde alay konusu olmasına her bilinçli insan gibi tahammül seviyem izin vermiyor. Bir toplumun seviyesi izledikleri, en çok konuştukları ilgi alanlarıyla eş değerdir. Tv sadece dışarıdan yorumlayan birisi olarak algılarımız, duygularımız, hafızamız o kadar bilinçli şekilde işleniyor ki. Enerjimiz öyle ustaca oturduğumuz yerden bir şey yapmadan sömürülüyor ki. Hem de karşılarında her şeye çoktan razı, iştahlı bir toplum varken bunu gerçekleştirmek sanırım onlar için çantada keklik. Zaman herkese eşit verilmiştir. Onu nelerle değerlendireceğimiz ise bizlerin sadece tercihine bağlıdır. Zihnimiz bu kadar boş içeriklerle meşgul edilirken esas düşünmemiz, idrak etmemiz gereken konulara bir türlü gelememe problemi yaşıyoruz. Allah’ın “Akıl erdirmez misiniz? “,“Aklınızı çalıştırmaz mısınız?”,“Düşünmez misiniz?  Dediği konular gün boyu hafızamızı meşgul eden dizilerde veya gündüz kuşağındaki hayatlar mı acaba? Yazımın en başında evrende hüküm süren tek canlının bizler olmadığını dile getirmiştim. İzleme hakkımın tamamını işte burada kullanıyorum;diğer yaşam arkadaşlarımızın hayatlarını anlama yolunu izlemekte kullanıyorum. Geçtiğimiz günlerde yine bir hayvan belgeseli izliyordum. Hayvanlar su içecek yer arıyorlardı kuraklıktan dolayı sulak yer bulmakta zorlandıklarından bahsediyordu anlatıcı. İçimden gayri ihtiyarı inşallah bir yer bulurlar susuzlukları gider diye dua okurken bir bataklık buldular. Böyle suyun üzerinden sinekler uçuyor falan vasat bir halde ama içtiler, en azından susuzlukları gitti duam kabul oldu rahatladım. Suyun bulunduğu bataklığı gösterirken bataklığın orta yerinde suyun üzerinde top top durmuş çiçekler gördüm ya da görüyor gibi oldum o an. Heralde yanlış görmüşümdür dedim defalarca geri sardım yeniden izledim daha çok hayran kaldım çiçeğe. Sonra bir merak nasıl kıvrandırıyor ama. Kendi kendime sineklerin bulunduğu, hayvanların bile zorda kalmadıkça tenezzül edip su içmediği bir bataklıkta bu kadar güzel çiçek nasıl açar diyorum. Sonra uzun araştırmalarım sonucunda çiçeği buldum. Çok abarttım hakkında farklı kaynaklardan bir çok makale okudum. Okudukça hayranlığım arttı öğrendiğim bilgiler neticesinde; çamurluk alanlarda ve bataklıkta yetişen, buna rağmen yaprak yapılarındaki nano yapıdan ötürü hiç kirlenmeyen, en ufak toz parçası geldiğinde bile belli bölgeye doğru itebilen, ilginç bir şekilde her gece yapraklarını kapatıp su yüzeyinde hiçbir leke kalmayacak şekilde suyun altına inen, sabah büyüleyici güzellikte geri açan yaratılış harikası mucizevi dokusuyla Lotus çiçeği. Tarihi milyonlarca yıl öncesine dayanan gizemli bir yaratılışa sahip bu çiçeğin güzelliğinin yanı sıra kutsal sayılmasıyla ön planda. Asya dininde kutsal çiçek olarak anılırken, Budizm ve Hinduizm’ de mükemmelliğin somut sembolü olarak kabul edilmekte. Mısır’da da yeniden doğuşu simgeliyor. Ruhanî saflığı, aydınlanmayı temsil ettiğinden ötürü Mısırlılar lotus çiçeğini mimarilerinde, duvar resimlerinde, toprak ve metal eserlerinde çok fazla kullanmış.

                İzleyecek belki başka şeylerim olsaydı şayet bugün hayvan sürüsünün su içtiği bataklıkta açan çiçekten ilham alıp konuyu buraya kadar getirmezdim sanırım. Evrenin öğretisine, bana vereceği mesajlara, onu anlamaya açığım. İzlediğim ve öğrendiğim tüm bilgilerden sonra bulunduğu ortamdan habersiz açan bu çiçek sanki bize diyor ki; bulunduğumuz bazı ortamlar vasat ve vasatın altında olan kimselerden oluşsada sizler kendi kendinizi temizleme özelliğine sahip bireylersiniz. Şartlar koşulsuz olsa da kendiniz olarak kalmayı başarabilirsiniz. Çamurla mücadele eden bir çiçek tüm evrene duruşuyla olanaksız ortamlarda nasıl çiçek açılır, dik duruş semineri veriyor. Kötülükle mücadele ederken kötüleşmemek bireylerin ve toplumların en büyük imtihanıdır. Zorunluluklardan ötürü, iletişim kurmaya maruz kalmak diye bir şey vardır. Maruz kalmak diyorum çünkü normal şartlarda iki kelam etmeye tenezzül etmeyeceğin insanlarla şartlar öyle hal alıyor ki zorunlu iletişim kurmak, aynı ortamı paylaşmak zorunda kalıyoruz. Bu ilişki tarzı daha çok samimiyetten uzak iş arkadaşlığı ve  akraba ilişkileri arasında sıklıkla görülüyor. Kendimizin seçili kaldığı ortamlarda her şeye rağmen doğru olarak çizgimizde ilerleyebilmek farkımızı göstermek tam burada başlıyor. Hayat biraz da bu demek onca kötü giden şeyin arkasından gitmemek, Lotus çiçeği gibi bataklıkla birlikte batmamak, üstüne tüm gayretinle açabilmek, ayak direme davası güdebilmektir. Baktığımız zaman en değerli nilüfer, zambak gibi en değerli çiçekler hep koşulların ağır olduğu bataklıklarda yetişmiştir. Sefillikten çıkıp saflığın, güzelliğin sembolü haline dönmüştür. Çamurların içinde gizli olur hazineler. Lotus çiçeği de bataklıkla birlikte batan, kirlenen, bulunduğu ortama ayak uyduran bir çiçek olsaydı farkı olabilir miydi? Bulunduğu ortamda kendisinden söz ettirmeyi başaran özellikleri onu seçili kılmıştır. Sergilediğimiz davranışlarda aynı bu şekilde toplumda bizi diğerlerinden ayırmalı. Bir film repliğinde diyor ki  “Vahşetin ortasında, şafak vakti açan bir çiçek gibi ışıldıyorum... Kir ve çamurdan yükseldim...Ben bataklıkta açan bir çiçeğim... Ben güzelliğin ta kendisiyim. “

               Değerli insanlar belki her gün karşılaştığımız olumsuz olaylar sebebiyle bu dünyada, bu insanların arasında yaşanmaz deyip yaşayanlardanız. Boyuna dert, keder, sıkıntılardan, kirlenen insanların her gün farklı boyutunu gördüğümüz adaletsizlikleri dile getiriyoruz. Onlardan ne çok var. Dillendirdikçe bereketleniyor üzerimize dünyanın tüm pisliği, gittikçe daha çok batağa çekiyor bizi. Oysa silkelensek, ilham alsak lotus çiçeği gibi toz kondurmasak insanlığımıza, temiz tutmaya çalışsak kendimizi, çözeceğiz hayatla olan meselemizi. Bataklıkta çiçek olmak, kirlenen dünyada da temiz kalabilmek insanın kaderidir. Yeni yıla girmek için sayılı günlerin içindeyiz dilerim arındığımız, evrene bir ilhamda bizlerin olduğu, kötü giden şeylerin arkasına düşmediğimiz, zihnimizin birazda daha başka şeyleri anlama yolunda meşgul olacağı daha nice huzurlu, sağlıklı yeni başlangıçlarda yeniden görüşme ümidiyle.

Yazar

Ayşegül Emre

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *