DOYMADIM DOYAMADIM SEVMELERE SENİ BEN


1660 Görüntüleme

Bir adım at. Şimdi bir adım daha ve sonra birkaç adım daha. Az kaldı, sakın gözlerini açma kapa sıkı sıkı. Bak başını kaldırma sakın. Evet son üç adım daha. Evet evet şimdi, hadi kaldır başını artık Kabe’ desin... Ah o ilk karşılaşma... Sanki uzun uzun yıllar hiç görmediğin ama hep sevdiğin, canııım dediğin çok yakınınla kavuşmak gibi. Öyle bir sevinç ki benzerine rastlamadığım her zerremi saran. Yol, iz bilmeyen yolunu kaybetmiş birinin soluksuz uzun uzun koşup yolunu bulması gibi ona kavuşmak. Milyonlarca insanın dualarında, kalbindeki en kutsal mabedi karşında görüp de afallamamak, göz yaşlarına boğulmamak ne mümkün. Görmeyenin görmek istediği, görenin ise ısrarla yeniden görmek istediği, davet edilmeden gidilmesi mümkün olmayan en kutsal o yer. Olabileceğim en en mükemmel, en huzurlu yerdeyim Allah’ ın evindeyim. Üzerimde yüklerle ezildiğim milyonlarca insan arasında ev sahibinin seni seçip, seni davet etmiş olduğu farkındalık. “Kabe’yi ilk gördüğün andaki duaların ret olunmaz” hadisi şerifi doğrultusunda sevinç göz yaşlarımla onu seyrederek ettim ilk dualarımı. Ona her şeyden önce bu buluşmayı kabul ettiği için, huzuruna layık gördüğü için milyon kez teşekkür ettim... Bir insan kaç rekat namaz kılmak isteyebilir, kaç cüz Kur’an-ı Kerim okuyabilir, bir insan kaç saat bıkmadan usanmadan ilk kez görüyor hissiyatıyla bir yapıyı izleyebilir, bir insan ne kadar tüm dikkatiyle Allah’ ı tespih edebilir, bir insan ne kadar tavaf edebilir burada üzerinize yüklenen o olağanüstü güçle hep daha fazlasını yapma ihtiyacıyla dertlenirken öğrendim. Bir anda bambaşka bir hayatın içinde buldum kendimi. İnsan dediğimiz canlı yaşamı boyunca hep birilerinin hoşuna gitmeye çalışır. İşe girer yöneticisinin hoşuna gitmeye çalışır. Evlenir hayatını birleştirdiği insanın hoşuna gitmeye çalışır. Arkadaşlarının, çevresinin derken bu liste bu şekilde uzar gider. Kutsal topraklara ayak bastığın an bu liste kayboluyor. Buralarda böyle bir dava yok. Herkes tek bir kişinin hoşuna gitmeye çalışıyor. Onun öğütlediği, tavsiye ettiği şekilde davranışlarda adeta tatlı bir hırsla yarışıyor. Herkes ne kadar enerjisi varsa aynı gaye için sarf ediyor. Geceleri herkes aynı gaye için uykusuz kalıyor. Siyahı, beyazı, ırkı, bayrağı, mezhebi, dili bambaşka milyonlarca insan yine tek gaye için ellerini semaya açıyor. En matematik bilmeyen bile onun için daha fazla ne yapabilirimin hesap kitabını çarpıyor, bölüyor ama çıkardığı sonuç hep eksilerde yetersiz geliyor. Burada yüzleştiğim ilk husus bu oldu. Kaptırıp gittiğimiz yaşadığımız dünyada esas hoşuna gitmemiz gerekeni geri planda tuttuğumuz gerçeği. Enerjimizin büyük kısmını bambaşka yerlerde kullanıyoruz. Hayatlarımız ne için, kim için bu kadar gürültü? Yorulmalarımız, üzülmelerimiz, ağlamalarımız, gayemiz kim için? Çıkıp geldiğiniz dünyadan farklı olan, içine girdiğiniz bu dünyada sorgulamalarla dolup taşıyorsunuz. Bulunduğumuz dünyada kendimizi o kadar vazgeçilmez zannediyoruz ki. Biz olmasak sanasın işler yürümeyecek, eksik kalacak tüm evren. Oraya gitmeden önce “ben gidince nasıl olacak bu kadar şey “ diye hayıflandığınız her şeyle, biz olmadan da nasıl da işliyor oluşunu tek tek görüyorsunuz. “Görmeden nasıl yapacağım” dediğin, sevdiğin insanlar hiç mi gelmez bir insanın aklına. Sevdiklerinizin, bırakıp geldiğiniz tüm telaşların yerini öyle kıymetli şeylerle dolduruyorsunuz ki sıkılan, bunalan ruhunuz alışık olmadığınız şekilde ferahlığa erişiyor. Orada çok değil birkaç gün içinde akışa uyum sağlıyorsunuz. Her şeyiniz büyük bir hızla hizaya girmeye başlıyor. Namaz saatlerine göre plan yapmaya başlıyorsunuz. Oranın halkında da bu düşünce hakim. Ezan saatine yarım saat kala gibi tüm insanlar tamamen namaza hazırlanmaya odaklanıyor. Namaz saatlerinde dünya duruyor. Alışveriş mağazaları her vakit namazda kapanıyor. O vakitlerde bir ürüne bakacağınız veya alacağınız zaman ise sizi uyarıyorlar “Salaat, salaaat yani namaz namaz” diyorlar. Önceliklerini namazdan yana kullanıyorlar. Kabe imamlarının üstün kıraatı üzerine, tadil-i erkana uygun kılanan, lezzeti doyumsuz namazlarla tanışınca, suçlulukla daha önce kıldığınız namazlar gözünüzün önüne geliyor. Peygamberimizin “Mescid-i Haram’ da kılınan bir namaz diğer mescitlerde kılınan yüz bin namazdan daha efdaldir.”, “Hac ve umre yolcuları, Allah’ın seçkin misafirleridir; dua ettikleri zaman dualarını, tövbe ettikleri zaman da tövbelerini kabul eder.” faziletlerinin müjdesiyle nerede bulunduğunuzun bilinciyle her fırsatı kâra çevirme gayreti taşıyorsunuz. Müslümanlar arı ise, Kâbe arı kovanı. Gece gündüz, saat hiç fark etmeksizin akın akın milyonlarca arı bu kovanı boş bırakmayarak balla nasipleniyor. Kabe adeta demiri çeken mıknatıs gibi çekiyor her zerrenizi. Seçilmiş duygusunun vermiş olduğu ağırlıkla tüm misafirler ev sahibinin hoşuna gitmeye çalışıyor. Vücut takatsiz kalıyor dinlenmek, uyumak, yemek ihtiyaçları gibi ihtiyaçlardan ötürü otele dönmen gerekiyor. Gidiyorsun en fazla iki saat sonra özlem başlıyor. Ne doyasıya uyku, ne doyasıya yemek her birinden feragat edip tüm zamanınızı O’ nunla doldurma ihtiyacı taşıyorsunuz. O’ ndan başka hiçbir şey ruhunuzu tatmin etmez duruma dönüşüyor. Tüm yorgunluğunuz, dermansızlığınız O’ nu görene kadar. Peygamberin "Beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır." sözünü yaşarken buluyorsunuz. Kim olduğun, kimlerden olduğun, vasfın, makamın hiçleniyor. Sadece takva yarışında olan bir kimsesin. Burası mahşer ön provası gibi. Herkes yaşamı boyunca çeşitli marka, kumaşta kıyafetler giyebilir. Yaşamımız boyunca kimsenin ne giyeceğini bilemeyiz ama hepimizin son giyeceği kıyafet ilk günden belirlidir. Burada her şeyde eşitlendiğiniz gibi kılık kıyafette de eşitleniyorsunuz. "Allah sizin dış görünüşünüze bakmaz, fakat kalplerinize ve işlerinize bakar." hadisi şerifini yaşıyorsunuz. İpek kumaştan başkasını giyemeyen insanları bile burada bekleyen, kefen timsali ihram adı altında iki bez parçasından başkası değildir. Mekke de geçirdiğim süre boyunca beni etkisi altına alan bir çok olaya şahit oldum. En etkileyen husus ise kalbimden geçirdiğin tüm duaların gerçek olması, daha dillendirmeden gerçek olması durumu. Aslında bu sadece benim değil bir çok kişinin ortak yaşadığı olaylar bütünü. Duanı yaşarken bulmak duygusu çok etkileyici. Çok basit içinden geçirdiğin tüm istekler bile anında gerçekleşiyor. Bunu birkaç örnekle anlatmak istiyorum; Mekke de ikinci günüm falandı Kabe’ yi tavaf ediyorum. Her tavaf edişimde kapısı olan cepheye gelince kalbim nasıl akıyor. Hemen bitmesin diye adımlarımı yavaşlatıyorum, seyretmeye doyamıyorum. O esnada içimden dedim ki “Allah’ım ben senin evine geldim. Kapında olmaya biliyorum layık değilim ama şu kapını seyrederek uzun uzun dua etmek istiyorum. Namaz kılmak istiyorum.” diye geçirdim içimden. O esnada vakit namazı yakın alandan kadınları çıkartıyorlar. Çıktım alandan herhangi bir yere çantamdan seccadeyi çıkardım oturdum ezanı bekliyorum. Orada da öyle canınızın istediği her yerde oturup, namaz kılabilmek ne mümkün. Askerlerin, polislerin kendi koydukları kurallar doğrultusunda, onların canının istediği yerlerde kılabiliyorsunuz. Benimle birlikte onlarca insanın oturup namazı beklediği yere polis geldi “yallah hacı yallah” diye kaldırdı. Biraz ilerledikten sonra başka yer buldum. Bu sefer de oradan başka polis “yallah hacı yallah” kaldırdı. Bunlar oluyor ben geriliyorum diğer yandan artık namaza başlanacak son dakikalar. Ben hala oradan oraya polislere yer beğendirmeye çalışıyorum. Bunların bu tutum ve davranışlarına nasıl sinir, öfkeyle söyleniyorum. En son polis beni bir yere yönlendirdi seccadeyi yarım yamalak sermeye vakit kalmadan imam Allahu Ekber demesiyle durdum namaza. O esnada nefes nefese telaştan, sinirden perişan halde gözlerimi bir kaldırdım bir de ne göreyim? Kabe’ nin kapısı tüm ihtişamıyla tam karşımda. Ayarlasam bu kadar olamaz. O koşuşturmalarım, dolanmalarım, o polislere yer beğendirmeye çalışmalarım meğer tavafta ettiğim duamı gerçekleştirmek içinmiş. Yine bir gün yatsı namazını kıldık arkadaşlarla otele döneceğiz ama nasıl acıktık. Gün boyu Kabe de bulunmamız sebebiyle otelde ki yemek saatlerini kaçırıyoruz. Otel yemekleri dediğimiz de zaten bir iki gün güzel geliyor sonra insan alıştığı ev yemeklerini özlüyor. Kendi aramızda konuşurken dedim ki burası iyi, çok hoşta yemek yemeyi çok özledim. Bir Kayseri’ li ne ister? şimdi yoğurtlu, soslu bir mantı olacak aman Allah’ ım nasıl güzel olur. Arkadaşlar da üzerine pul biber, sumak da olsun mu? Başka isteğinde var mı diye alay ediyor. Hayalimi devam ettirip üzerine bir de Türk kahvesi nasıl yorgunluğumuzu alır, ne güzel olurdu diye söylendim. Bunları konuşa konuşa otelin yemekhanesine çıktık. Alanı dolduran tanıdık, aşina olduğum bir koku aklıma bir şeyler geliyor ama yakıştıramıyorum. Sıralı dizili yemeklere baktım. Bir tencerenin içinde ne olsa beğenirsiniz? Daha 5 dk. Önce hayalini kurduğum Kayseri mantısı. Şokeler içinde hepimiz birbirimize bakarak yoook artık diyerek gülüştük. Desem inanmazlar ama ben Mekke de Kayseri mantısı yedim. Yemekten sonra duanın etkisi bir ablayla konuşurken başımıza gelenleri anlattım. “Burası nasıl yer böyle, hayretler içerisindeyim 5 dk. Önce mantı istedim, üzerine kahve istedim yemekhaneye geldik ki yemekte mantı varmış. Düşünebiliyor musun mantı varmış. Dur bakalım kahve nerede bulacak bizi “ diye anlatırken kadın gülerek demez mi “tam adamına anlattın. Ben kahve tiryakisiyim. İçmeden duramayacağımı bildiğim için evden buraya kahve makinamı, fincanlarımı, kahvemi getirdim. Hadi odaya çıkalım da kahve yapayım size.“ mantıyla karşılaşmanın etkisiyle daha kendime gelememişken, tam da duamda olduğu gibi bir de kahveyi bulmuş olmanın afallamasını yaşadım. Daha Mekke ye gelmeden hep kalbimden istiyordum. Mekke de yağmura denk gelebilmek için dua ediyordum. Mekke gibi yakıcı sıcakların hüküm sürdüğü bir şehirde, bu kısa misafirliğim de tam dört kez yağmurda ıslandım, hem de doyasıya sırılsıklam ıslandım... Bu anlatıp yaşadıklarım çok basit şeyler gelebilir. Bunun gibi kalbinizden geçirdiğiniz sayısız şeyin anında gerçek olması olayıyla karşı karşıya kalınca etkilenmemek elde değil. Sen misafirsin ve ev sahibi seni memnun edebilmek için her anını mükemmelleştiriyor. Yıldızı çok olan otellerde de kaldım, çok iyi yerlerde de konakladım. Şunu açık net bir şekilde ifade edebilirim ki ben hayatımda hiç bu kadar güzel şekilde ağırlanmadım. Kimse tarafından bu kadar kusursuz, olağanüstü şekilde memnun edilmedim. Kutlu ev sahibi seçilmiş misafirlerini öyle güzel ağırlıyor, öyle güzel memnun ediyor ki. Gidince bana hak vereceksiniz. Ne kadar anlatsam o kadar eksik kalacağını bildiğim bu yazımda son olarak, döndüğümden beri sayısız bir çok insan; “Gitmek istiyorum ama maddi düzeyim yetersiz” gibi dönüşler yapıyor. Değerli insanlar onlara hak vermenin yanında bir şeyi istemekle, gerçekten istemek arasındaki mesafe var ya, inanın bana o mesafenin ne kadar önemli olduğunu anlamanızı istiyorum. Bazı şeylerin gerçekleşmesi için önceliğimiz haline dönüşmesi gerekmekte. Bir şeyi kalpten dileyen bir insanın istediği şeye kavuşamama ihtimalini zayıf buluyorum. Maddi anlamda bu kadar ihtiyacın içinde durup beklersek hiçbir zaman umreye sıra gelemez. Niyetin gerçekten gitmek, nasiplenmekse; bir sene daha değiştirme oturma gruplarını, boyatma evini, bir sene daha aynı marka arabaya bin, bir sene de tatile gitme. Sık dişini hiçbir şey olmaz. Sözüm gerçekten gitmek niyeti taşıyanlara; siz bazı şeylerden feragat edip önceliğiniz haline getirmediğiniz sürece sıra oralara hiçbir zaman gelmeyecektir. Ama gidince vazgeçtiğiniz her şeye misliyle değer olduğunu görünce beni anlayacaksınız. Medine ye gidince kalbinizi tıka basa dolduran Peygamberimizin kokusuna şahit olunca anlayacaksınız ne demek istediğimi. Beni Kabe’ yle ilk göz göze gelince anlayacaksınız. Saatlerce izleyip seyretmeye doyamadığınız o an anlayacaksınız. Ayaklarınızın altı şişene kadar ettiğiniz tavaflarda, daha önce tatmadığınız o lezzeti tarifsiz huzurla tanışınca anlayacaksınız. Milyonlarla birlikte alnınız secdeye varırken hiç bitmesin istediğiniz namazları kılarken, Kabe’ yi seyrederek ettiğiniz dualarda anlayacaksınız. Beni yıllarca birbirini arayan Hz. Adem ile Havva'nın ilk buluşmuş oldukları yer Arafat dağına çıkınca anlayacaksınız. Yetmiş mübarek sahabenin şehit edildiği Uhut dağına çıkınca anlayacaksınız. Beni soluk soluğa Hira Nur dağına çıkınca karşılaştığınız manzarada anlayacaksınız. Siz beni en çok Kabe’ nin örtüsüne sarılıp “Ben geldim Allah’ım, ben geldim. Layık olamasam da ben geldim.” deyip doyasıya öpüp koklarken anlayacaksınız. İsmi çağrılardan olmak duasıyla.

Yazar

Ayşegül Emre

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *