Ata Sporu Yapan İnsanlar


906 Görüntüleme
Dinlemek İçin Tıklayınız. 👉🏻

Henüz her şeyin çok başında, ilkokul sıralarında misafirken, sınav disiplinine henüz yabancı çocuk kalbime ağır gelmiş olacak ki ders çalışmak bin sitemle yolun çok başında daha ne kadar çalışmam gerektiğini sordum öğretmenime. 
    Yüzüme armağan ettiği minik tebessümle  “bak güzel evladım bir orman varmış...“ diye başlayıp sözcüklerin birbirini takip etmesi, hayal dünyamın devreye girmesiyle kendimi ormanda bulmam bir oldu. “ Bu orman bahar aylarında kuş cıvıltıları ve yemişlerle dolar, hayvanlar ziyafet çekermiş. Yaz aylarında da eğlenceler başlar şarkılar eşliğinde partiler verirlermiş. Tüm bunlar olurken çalışkanlığıyla tanınan karınca çiçeklerden tohumlar, ağaçlardan meyveler, topraktan da yemişler toplar kış için biriktirirmiş. Soğuk havalarda sobasında yakmak için odunlarını da hazırlamış. Hiç yorulmaz, hiç şikayet etmezmiş. Büyük bir disiplin ve ciddiyetle işini yaparmış. Ağustos böceği ise bambaşka bir karaktere sahipmiş. Elinde kemanı ile bütün bahar ve yaz ayları boyunca partilerde gezmiş, yemiş ve eğlenmiş. Üstelik kış için hiçbir hazırlık yapmamış. En sevdiği şey yiyip, içip, yatmakmış. Üstelik çalışkan karıncayı görünce onunla dalga geçmiş ve yazın tadını çıkarmayı bilmediğini söylemiş ona. Ter içindeki zavallı karınca ona cevap bile vermemiş. Gel zaman git zaman günler geçmiş ve kış gelmiş. Bembeyaz kar toprağı sarıp sarmalamış. Herkes evine çekilmiş, ortalığı bir sessizlik sarmış. Karınca sıcacık evinde akşam yemeğini yerken kapısı çalmış. Kapıyı açınca karşısında Ağustos böceği’ ni görmüş ve:
-Hayırdır, demiş.
-Çok üşüdüm ve acıktım. Kimse bana yemek vermedi ve evine almadı. Bana yardım eder misin? demiş.
Karınca sinirli bir şekilde ona bakarak:
-Bütün yaz gezip eğlendin üstelik benimle dalga geçtin. Kusura bakma yaptığının cezasını çekmelisin, diyerek kapıyı Ağustos böceği’ nin suratına kapatmış.
Ağustos böceği işte o anda yaptığı hatanın farkına varmış ve kendi kendine bundan sonra böyle bir hata yapmayacağına söz vermiş.“
    Evet evet öğretmenimin zikrettiği bu hikaye bir çoğumuzun yakından bildiği karınca ve ağustos böceği hikayesiydi. Çalışkanlığın önemini yaşım çok olmaya başladığında bile bana hala hatırlatan ibretlik hikayedir. Bu hikayedeki karıncaları telaşları hiçbir mevsimde bitmeyen, şu günlerde de nereye koşacağını şaşıran Anadolu kadınıyla bütünleştiriyorum. Aynı karınca hesabı nasıl da kış için çalışıyor, nasıl da bin bir emekle hazırlıyor her şeyi. Ağustos böceği konumuna düşmemek için kıpır kıpır hazırlık derdinde. Gözlemleyince hiçte hafife alınmayacak meşakkatli günler içindedir.
Tüm ülkelerde romantizmi anlatan sonbahar Türk kadını için; envai çeşit reçeller, kırmızının en güzel hali kavanoz kavanoz menemenlikler, çeşitli acı soslar, bin bir çeşit turşular, elde açılan erişte, makarna, çorbalık, yufkalar, balkonlara inci gibi sıra sıra özenle dizilen kurutmalıklar, salamura konulan peynirler, kurutmalık meyveler, konserveler, pestil çeşitleri, olgunlaşıp pekmez olmayı bekleyen dalında gülümseyen üzümleri temsil etmekte... hangi birini sayayım kadının telaşı bitmez ki. Fabrikasyon ürünler yerine kendi emeğiyle karınca temsili hazırlık yapmayı tercih eder.  Emek verilen şey hiç kötü olur mu? Hani Peygamberimiz der ya “Hiç kimse, kendi el emeğinden daha hayırlı bir şey yememiştir.“ diye gerçekten öyle emek verilen her şey çok tatlı ve kıymetlidir. Dünyanın en samimi görüntüleri şüphesiz bizim ülkemizde. Farklı ülkeden tatil için ülkemize gelen arkadaşım bir evin balkona asılmış kurutmalıkları işaret edip gülerek “siz çok farklısınız, çok tatlısınız. Eyfel kulesi Türklerin olsa kesin oraya da yıkanmış halı serer, kurutmalıklarınızı asarsınız” demişti. Kendisine demedim de hiç de fena fikir değil.  “Türk’ e imkansız de sonra otur seyret “ demişler. Yapar mıyız? yaparız, onu da yaparız. Şu bir gerçek ki nereye gidersek gidelim, dünyanın hangi ülkesinde yaşarsak yaşayalım bunların hiç biri bizlere kurutmalıklarla dolu balkon samimiyeti veremez. Gördüğüm bir afişte salça günlerinin başladığını temsil eden bilgilendirmeler yazıyordu. Görünce tebessüm ettim . Kültümüzü sonraki nesillere aktarmak ve yaşatmak adına belediyelerin bu duyarlılığı kazana, odununa varıncaya kadar düşünmesi birlik ve beraberliği temsilen çok hoş bir tutum olarak değerlendirdim. Bunun ne anlam ifade ettiğini farklı ülkede yaşayan birine gel de anlat. Biz gerçekten yaşattığımız kültürlerle var olan, çok tatlı bir o kadar onur duyulası çalışkan bir milletiz. Çalışmaya ata sporu diyorum çünkü bize atalarımızdan emanet birinci spor dalı çalışmaktır! Tarihte atalarımızın her biri hedeflerine çalışarak ulaşmışlardır. Azim ve başarılarının altında hep çalışmak vardır.
    Öte yandan çalışmanın karşılığını bazen hemen elde edilemiyor. Buradan yola çıkacak olursak tıpkı kurulan turşular, salamura konulan peynirler gibi bir zaman gerekiyor. Üzerinde sürecin işlemesi, olgunlaşması bekleniyor. Zaman terbiye ediyor. Ağaç bile belli bir zaman sonra meyve verir. Ağaç dikilir, sulanır, bakımları yapılır, filizlenir, çetin geçen ne günler görür, olumsuz etkilerle karşılaşır yaşamaya tutunmayı başarırsa işte o zaman meyve verir. Zor bir süreçten geçerek meyve olmayı başarır. Reel hayatta da öyle değil midir?  Hani özellikle kendimizi ağaç sanıp ne zaman meyve olacağımızı merak ettiğimiz zamanlar vardır; “Çalışıyorum çalışıyorum karşılığını bir türlü alamıyorum“ serzenişlerinde bulunduğumuz anlar. İşte o zamanlarda hiçbir çalışmanın, verilen emeğin boş olmadığını “İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır.“ ayetine güvenerek sırtımızı dayamamız gerekir. Karıncayla ağustos böceği arasında farkı, çalışanla çalışmayan arasındaki farkı hatta çok çalışanla az çalışan arasındaki farkı bu anlarda görürüz. Bir çok şeyi ertelemek zorunda kaldığımız, fedakarlıklar yapmak zorunda olduğumuz her şeyin elbet bir karşılığı olacaktır. Yürümeyi öğrenen çocuk defalarca düşmesi neticesinde yürüme eylemini kazanır. Yürüyene kadar defalarca düşer, dizleri kanar. Yara berelere rağmen bırakmadığı kararlılıkla pes etmeyerek, defalarca deneyerek başarır. O gün pes etseydik şayet bugün hala emekliyor olurduk. Azmimizin karşılığını ancak çalışarak, pes etmeyerek kazanırız.
Hayatı hep bir şeylerin mücadelesiyle geçen kıymetli üstadımız Necip Fazıl Kısakürek  “Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak gerekir.“ der. Bugün ve yarın için çalışmak, sonra elde edilen başarılarımızın meyvesi eserlerimizin gururunu yaşama hazzını tatmak. Geleceğe yatırım yapmak isteyenlere Hz. Ömer  “Çalışmak, en hayırlı sermayedir “ tavsiyelerinde bulunur. Sanki Thomas Edison, Hz. Ömer’ i dinlemişcesine “Hiçbir başarımı tesadüfe borçlu değilim, buluşlarım da tesadüfün değil çalışmalarımın eseridir.” sözüyle destekler. Sonuç itibarıyla kimse başarı merdivenlerini eli cebinde gezerek çıkmamıştır. Kim bilir, elleri belinde ne yapacağını, nereye koşacağını şaşıran en az Türk kadını kadar yorulmuş olan Thomas Edison elektriği, aydınlanmayı bulana kadar kaç kez yenildi? Kaç kez yorulduğunu hissetti? Kaç kez ellerini başında uzun uzun düşündü? O yorgunluğunu dinleseydi, pes etseydi belki şu an dünya hala karanlıktı! Düşünebiliyor musunuz? Bir insanın yılmaması, azminin neler yapabileceğini. Bizlere miras ettiği duygu özünde şu; başaracaksınız, belki bugün değil belki yarında değil ama elbet bir gün...
    Yazımın sonunda temenni ediyorum ki; o turşuların açıldığı, kurutmalıkların sofralara geldiği, çorbalıkların, buzluğa atılan ganimetlerin kısaca emeklerimizin, tüm telaşlarımızın karşılığının alındığı o reçeller kadar tatlı günlerde yeniden  görüşmek üzere. Hem de  ağustos böceğinin arkadaşı karınca kadar gurur duyulası günlerde.

 

Yazar

Ayşegül Emre

1 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *