Vitrinlik Yaşamlar


1023 Görüntüleme

Çok uzun değil bundan kısa zaman önce evlerimizde annelerimizin sadece misafir geldiğinde açtığı, onun dışında kapısını kapattığı, hatta bazı annelerin kapısını kilitlediği, evdeki çocukların buldukları ilk fırsatta o gizemli odaya girmeye çalıştığı, merak ettiği, diğer odalara göre farklı dizayn edilen bir oda vardı; misafir odası. Eski Türk kültüründe misafir daha büyük önem taşırmış. Her şeyin zekâtı kendi cinsinden olur bilincine sahip büyüklerimiz, evin zekâtınıda içerisinde misafir ağırlamak olarak kabul ederlermiş. Selçuklu’nun son, Osmanlı’nın ilk yıllarında yaşayan ve bir çok ülkeyi, bu arada Anadolu’yu da karış karış gezmiş olan İbn Battuta da Seyahatnamesi’nde Ahilerin misafirlerini kapmak için yarıştığını anlatırken Türklerin misafirperverliklerini öve öve bitiremez. Büyük şair ve mutasavvıf Feridüddin Attar “Cevâhirnâme” isimli eserinde şöyle der: “Kardeş, misafiri hoş tut. Misafir Allah vergilerinden bir nimettir. Misafir, rızkını beraberinde getirir. Sonra ev sahibinin günahını götürür. Oğlum, sende yiğitlik, akıl ve idrak varsa misafirin değerini bil. Misafire karşı ikramlı ol. Kâfir bile olsa, git hemen kapıyı aç.” diyerek öğütte bulunur. Ayrıca Peygamber sözüdür; “Üç kişinin duası, şüphesiz makbuldür:

1. Mazlumun duası.

2. Misafirin duası.

3. Ana babanın evlâdı hakkındaki duaları.”

 Peygamberimizin de, atalarımız, ninelerimizin de büyük hassasiyet gösterdikleri misafiri en güzel şekilde ağırlamak, rahat ettirebilmek, onların dualarına nail olabilmek için belki biz Türklerin geçmişten gelen misafiri ağırlama odasına gösterdiğimiz hassasiyet, özen, çaba. Misafir demişken biraz da yeni dönem misafir odasının içine girelim, hep birlikte odanın içindeki eşyaları sayalım; bakmaya kıyılmayan, dokunulmazlığı ele geçiren salon takımları, halılar, perdeler, tablolar ve tabii ki salonun baş köşesinde evdeki yerleri bizden daha sağlam olan, annelerden aldığı ilhamla kendini Eyfel Kulesi zanneden, hep bir havalarda olan vitrin.

 Her eşyanın bir kullanış amacıyla hayatımıza girdiğine inanıyorum. Mesela tarih öncesi çağın ilk insanları oturacak bir şeye ihtiyaçları olduğunu kabullenmişler, ihtiyaçlarını gidermek için taşı, ağacı oyarak şekiller vermişler dolayısıyla oturak ihtiyaçlarını gidermişler. Koltuklar, kanepe grupları süreç içerisinde gelişim göstererek günümüzdeki halini almış. Her eşya değişim göstererek bir amaca hizmet etmiş.  Zaman içinde işlevini anlayamadığım tek eşya vitrindir. Vitrinin hizmetini anlayıp, bir türlü mantığıma uyduramadım. Vitrin kelimesinin Türkçe karşılığı "İçine konan şeylerin görünmesi için yapılmış camlı dolap." anlamı taşır. Bu nedenle annelerimizin en kıymetli kahve fincanları, gösterişli bardakları gibi diğerlerinden farklı gördükleri, özel seçtikleri parçaları sergiledikleri bir alandır vitrin. Türkçe karşılığında da net bir şekilde anlaşıldığı gibi içine konan şeyleri başkaları görsün diye yapılmıştır.

Her göz göze gelişimde, bakış açımı birazda genişletince daha da anlamlandırıyorum her birimizin aynı bu vitrinler gibi olduğumuzu. Görünmesini istediğimiz özelliklerimizi, vasıflarımızı kendi vitrinimizde sergileriz. O yönlerimizi vitrinin içinde bulunan gösterişli, parlak bardaklar gibi ön plana çıkarmak isteriz, herkes görsün diye çaba sarfederiz. Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beri daha da yakından şahit oluyoruz vitrinlik yaşamlara. Ne de güzel sergileniyor değil mi? Uzaktan herkes, her şey nasılda sorunsuz, pürüssüz. Herkesin yüzü ne kadar da kusursuz, herkes ne kadar da mutlu, herkes ne kadar da zengin, herkes ne kadar da şanslı şaşırılacak iş. Oğuz Atay nede güzel ifade eder; "Her insanın yaşadığı en az iki hayatı vardır. Biri bildiğimiz vitrinlik diğeri bilmediğimiz derinlik" demesiyle anlatmak istediğim her şeyi tek sözüyle özetler. Hakkımız var düşünsenize bir dükkanınız var ve boydan boya bir vitrine sahipsiniz, siz bu vitrini nasıl donatırdınız? Kırılmış, bozulmuş, yıkık, dökük ürünlerle mi yoksa kusursuz, parlak, güzel ürünlerle mi? Sesiniz ta buraya kadar geldi. Cevap belli. Sosyal medya zaman içerisinde bir anlamda bizlerin vitrini haline geldi. Çoğumuz yüzleşmeden endişe duyduğu, derinliklerinden kaçtığı için vitrinlik hayat sergileme çabasına girer. Bu aslında görmelerini istemediğimiz her şeyi örtme çabasıdır. Dışarıdan seyredip gözlemlediğimiz  "Hayat falan kişiye güzel", "Bizimkide hayat mı canım ",  "Bu hayatı falan kişi yaşıyor" diye iç geçirdiğimiz herkes tıpkı bizim gibi özünde bir zorluğun üstesinden geliyor. Biraz gerçekçi olup içinde bulunduğumuz hayatın, sergilendiği gibi aslında kimseye çok güzel olmadığının farkına varmak gerekir. Orada herkes olduğu kişiden ziyade, olmak istediği kişi. Hakikat çarpıtılarak önümüze seriliyor. İnsanoğlu; kandırma sanatındaki yeteneğini ilk olarak  avlanırken göstermiş; rakip kabilelere, doğuya doğru giden ren geyiği sürüsünün batıya gittiğini söyleyerek onları yanıltmış. Bu durum insanoğlunun gerçekleri çarpıtmasının ilk örnekleri olarak görülür. Gerçekleri çarpıtmada insanoğlu süreç içerisinde level atlamış konu nerelere gelmiş. Diğer insanların bize göre sadece geçirmekte olduğu zorluğun ismi değişiktir. Ekonomik yönden refah içinde gözlemlediğimiz kişi yansıtmadığı, hiç bilmediğimiz bir sağlık problemiyle savaş halinde olabiliyor. Güzel bir evde oturduğunu varsaydığımız kimse, bizlerin zannettiği gibi evin hakkını veremeyip eşiyle, çocuklarıyla huzursuzluk yaşıyor. Dünyaya geliş sebebimiz gereği görünenin, yansıtılanın dışında bir çok imtihanla düzenli sınanan insanlarız. Platon'un çok sevdiğim mirası sözüdür; "Nazik olun, çünkü karşılaştığınız herkes farkında olmadığınız zorluklarla boğuşuyor." der ve Fernando Pessoa ekler; "Kimseyle alay etme, asla kimseyi küçük düşürme, kalbinin en ücra köşesinde bile yapma bunu. İnsan yaşamı alaya alınmayacak kadar hüzünlü ve ciddidir!" der.

          Son olarak şunu ifade etmek istiyorum; uzaktan izlediğimiz suyun üzerindeki ördekler, sanki kayıyormuşçasına nasıl da rahat bir görünüşte süzülürler, nasıl da görsel şölen oluştururlar. Oysa suyun altında, görmediğimiz bir şekilde ayakları makina gibi durmaksızın çalışır, suyun üzerinde ilerleyebilmesi için çalışması gerekmektedir. Bizlerin hayatlarıda suyun üzerinde süzülen ördekler temsili; görünüşte nasıl kusursuz, sorunsuz, pürüssüz, uzaktan gözlemleyen herkesin imreneceği ne çok rahatlıklarla doludur ama gerçekte suyun altında yatan mücadelemiz, o çırpınışlarımız, savaşlarımız kimsenin bilmediği derinliklerle doludur. Her dağ başındaki dumanı bilir fakat artık karşı dağların dumanınada bir bakmalı. Karşımıza çıkan herkesin farkında olmadığımız zorluklara karşı savaş veriyor olduğunu unutmamalı. Her hikayede değişmeyen, mücadele veren bir kahraman vardır. Bu bilinç ve hassasiyetiyle karşımıza çıkan her kahramana saygı duyduğu, hikayesini önemsediği, empatiyle yaklaştığı yarınlar diliyorum. Vitrinlik yaşamlarla bütünleştiğimiz güzel günlerde yeniden görüşmek umuduyla.

Yazar

Ayşegül Emre

1 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *