ŞANLI TARİHİMİZ OSMANLIDA RAMAZAN


605 Görüntüleme

On bir ayın sultanının gelmesi münasebetiyle günler öncesinden başladığımız Ramazan hazırlıklarına neredeyse bir kutsiyet, bir ulviyet izafe ediyoruz. Farklı bir manevi havayı içinde barındıran bu mukaddes ayda maddi ve manevi havamızı coşkuyla karşılıyoruz. Diğer yandan gelen her yeni Ramazanımız derin iç çekişler eşliğinde, aşina olduğumuz "Ahhh nerede o eski Ramazanlar” diyerek özlemle başlıyor.
 

Bu eski ramazanların ne kadar eski olduğunu anlamak için  sanırım biraz tarihe göz atmamız gerekecek. Her sene, senesini arattığı, nesilden nesile anlam ve manasını yeterince hissedemediğimiz kutlu günleri, mübarek günlerin içerisindeyken bu vesileyle yeniden idrak edelim istedim. Nesilden nesile sorulan ‘’Nerede o eski Ramazanlar?’’ sorusunun cevabı, en temeli Osmanlı dönemine dayanmakta. Şanlı tarihimiz, ecdadımız bizlere yaşadıkları davranışlarla, sergiledikleri ahlaki tavırlarla, geçmişten günümüze birçok adet, geleneklerle öyle miras bırakmışlarki bunu hayatımızın bir çok alanında özlemle arıyoruz.
 

Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, modernleşme ne kadar ilerlerse ilerlesin bizler hala o döneme hayranlık duyuyoruz. Osmanlı döneminin yaşamış olduğu, daha doğru terimle yaşatmış oldukları Ramazan gelenekleride aynı şekilde insan  ardından gıpta ederek,"keşke..." diyerek bakıyor. Peki, nasıldı özlemle anılan Osmanlı’da Ramazan gelenekleri? Gelin şimdi hep birlikte o günlere gidelim, anlam ve mananın bütün olarak hissedildiği günleri hep birlikte yâd edelim.


EVLER, SOKAKLAR TEMİZLENİRDİ
Osmanlı Devleti'nde Ramazan ayı her zaman özel bir yere sahip olmuştur. 11 ayın Sultanı olan Ramazan’ın gelmesini beklemek, çok sevilen bir dostun gelişini beklemek gibiydi.'Üç Aylar' dediğimiz vakitten itibaren, gelecek hatırlı misâfir için hummalı bir hazırlık başlardı. Mutfakların eksiği tamamlanır; evler, câmiler ve sokaklar temizlenirdi. Devlet adamlarından, Anadolu halkına Müslüman tüm Osmanlı vatandaşları, Ramazan ayında hem evlerinin hem de kalplerinin kapılarını sonuna kadar açıyorlardı. 

RAMAZAN TEMBİHNÂMELERİ YAYIMLANIRDI
Tembihname, Osmanlı'da Ramazan öncesi halka, ahlaki ve dini uyarılarda bulunmak üzere yayımlanan yazılara denilmekteydi. Osmanlı döneminde Ramazan ayına Müslümanlar gibi gayrimüslimler de değer verirdi. Ramazan ayının gelmesiyle birlikte Osmanlı Devleti, halkının mübarek ay içinde nasıl davranması gerektiğini belirten bir tembihname yayınlardı. Gayri Müslimlerin gündüzleri açık alanlarda yemek yememeleri, su, sigara içmeleri tembihname doğrultusunda yasaklanırdı.


MÜTHİŞ BİR SAYGI VARDI  
Saygı, herhangi bir cezai yaptırımı olmayan ahlaki bir kavram olarak bir çok yerde karşımıza çıkıyor. Osmanlı döneminde de gayrimüslimler oruca büyük saygı gösterirlerdi. Ermeniler, Hrıstiyanlar, Yahudiler hassasiyetlerini çocuklarına da; "Müslümanlar oruç tutuyor sakın onların çocuklarının, büyüklerinin yanında yeme içmeni açıktan yapma" sözleriyle hassasiyetlerini yansıtır, Osmanlının hoşgörüsüne onlarda hoş görüyle cevap verirlerdi. Karşılıklı olarak insanlar birbirlerinin inancına saygı gösterirlerdi.


ZİMEM DEFTERİ
Osmanlı'da Ramazan ayında vatandaşların birbirlerine yaptıkları yardımlar da gözle görünür ölçüde artış gösterirdi. Varlıklı bireyler, hiç tanımadıkları semtlerdeki bakkal, manav ve fırınlara girip, onlardan Zimem defterini, yani veresiye defterini çıkarmalarını isterlerdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfaların yekununu yaptırıp, "Silin borçlarını… Allah kabul etsin" der, çeker giderlerdi isimsiz kahramanlar. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.

DİŞ KİRASI
Osmanlılar öyle naif, öyle düşünceli bir toplumdu ki iftar saatinde evlerin sokak kapısı açık kalır ve evlerine sokaktan geçen herhangi bir kimsenin misafir olarak iftar yapmalarına vesile olunurdu. Yemekler yenir, meşhur Osmanlı Şerbetleri ikram edilir ve en sonunda, ev sahibi misafire “diş kirası” denilen bir miktar para verirdi. Anlamı ise “Evimize geldin, soframızı bereketlendirerek yemeklerimizden yedin ve bize sevap kazandırdın.” demekti. Ancak bunun yanında asıl olan, fakirleri Ramazan ayında biraz olsun sevindirmekti. 

SADAKA TAŞLARI
Sadaka taşları, taş bloklardan oluşan, genellikle cami veya türbe köşelerinde bulunan, ortası çukur, bir buçuk-iki metre yüksekliğinde taşlardı. Bu taşlar Osmanlı'da sosyal dayanışmanın bir parçasıydı ve fakirlerin umut kapısıydı. Fakirler dilenmekten, zengin riya ve gösterişten çekindiği için sadakalarını bu taşlara koyar, fakir de gece vakti gelip ihtiyacı kadarını buradan alıp, geriye kalanını kendisi gibi bir başka fakire bırakırdı.

NARH SİSTEMİ

Osmanlı'da Ramazan ayında yiyecek ve eşya fiyatlarının zamlanmamasını devlet kontrol ediyordu. Özellikle gıda maddelerinin Ramazan ayı boyunca daha ucuza satılması sağlanıyordu. Osmanlılar halkın refahı için tüketiciyi ve üreticiyi koruyucu tedbirler almışlardır. Bu çerçevede üretimden tüketime kadar her sahayı denetim altında tutmayı prensip edinmişlerdir. İşte, narh bu denetim zincirinin bir sonucudur. Ramazan ayında kimse aç kalmasın, karnını doyurmakta zorlanmasın diye ekmek ve temel ihtiyaç fiyatları devlet tarafından sabitleniyordu. Böylece Osmanlı halkı gıda satan dükkanlardan kolaylıkla Ramazan alışverişini yapabiliyordu.


İFTAR
Osmanlı'da Ramazan'da halk, eşine-dostuna iftar vermeyi büyük bir ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için çırpınılırdı. Bu aylarda sofradaki yemeğini tek başına yemek büyük ayıptı; evlerin kapıları açık bırakılır, gelen her insan sofrada ağırlanırdı. Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer iftar sofrasına dâhil olurdu. Bunun için tanıdık olmaya gerek yoktu ve iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı.


MAHYACILIK VE RAMAZAN AKŞAMLARI
Ramazan deyince akla gelenlerden biri de mahyalardır. İstanbul’da yaygın olan bu gelenek, daha sonra Anadolu şehirlerin de yayıldı. İki minareli camilerde asılan mahyalar, ilk olarak Fatih Camii ve Beyazıt Camii’ne yapıldı. Ramazan ayında insanları ibadete çağıran hadisler ve güzel sözler yazılırdı. Çocuklar için de ayrı bir heyecan olurdu. Mahyaların akşam ışığında, teravih namazlarına gidilirken, bir yıldız gibi gökyüzünde görülmesi, çocukları çok heyecanlandırmaktaydı. Osmanlı Dönemi’nde, mahyacılık zor bir meslekti, günümüzdeki gibi elektronik ortamlarda yazılmayan mahyaların, hazırlanması ve asılması, bayağı uğraş veren bir işti. Mahyaların ışık saçması için içlerine dökülen kandiller, yaklaşık olarak, iftar ve teravih arası kadar bir vakitte yanmaktaydı. Bu kısa vakit içerisinde halk sokaklara çıkarak, bu güzelliği görmeye çalışmaktaydı. İftar açılır, namazlar kılınır ve Sultan Ahmet Meydanı’nda Ramazan eğlenceleri başlardı. Orta oyunu, Meddahlık, Hacivat-Karagöz sergilenir, toplanan halk da bunları merakla ve heyecanla izlerdi.


PAYLAŞIM ÜST SEVİYEDE
Günümüzde nasıl ki ihtiyaç sahipleri için, iftar çadırları bulunuyorsa Osmanlı döneminde de yemek dağıtılıyordu. Devlet yalnızca yemek değil, ihtiyaç sahibi vatandaşlarının birçok maddi ihtiyacını da karşılıyordu. Sınıf eşitsizliğinin ortadan kalktığı Ramazan ayında, varlıklı olanlar ihtiyaç sahibi kimselere kimliklerini belli etmeden yardım etmeye çalışıyordu. Gündüzleri sokaklarda insanlar arasında müthiş bir saygı vardı; kimsenin orucu da, yaptığı iyilik de konuşulmazdı.


KIRAATHANELER
Osmanlı halkı Ramazan gündüzlerini erkekler, genelde kıraathanede vakit geçirirdi. Mahalle kahveleri, günümüz kahvelerinden farklı olarak, ilmi, edebi konuşmaların, tarih sohbetlerinin yapıldığı ve hatta şiir ve manzumelerin okunduğu, hikâyelerin anlatıldığı, bilmeyenlerin, bilenlerden istifade ettiği yerlerdi. Bilindiği üzere “kıraat” okumak demekti. Vakitlerini buralarda iftara kadar okuyarak geçirirlerdi. Ramazan ayı hem ibadet hem de ilmi noktada kendini geliştirmek demekti. Hanımlarda da aynı durum söz konusuydu. Bugün hala devam eden mukabele geleneği, o dönemde yapılmaktaydı. İftar öncesi hanımlar, her gün bir komşunun evinde toplanıp Kuran’dan bir cüz okuyarak, Ramazan’ın sonuna kadar, Kuran-ı Kerim’i hatmederlerdi. Ramazan gündüzlerinde, cami çıkışlarında sergiler açılmaktaydı. Burada da yine aynı şekilde, durumu iyi olan kişiler muhtaçlara yardım ederdi.

DAVULCULAR
Bu mübarek ayın alâmet-i fârikası niteliğindeki Ramazan davulcuları, teknolojinin bu kadar gelişmediği zamanlar için hayatî bir önem taşırdı. Ramazan ayı davul ile başlar ve dile gelen maniler ile kurulurdu sahur sofraları. Büyük bir heyecanla açılırdı evlerin lambaları. Bunlar sokak sokak dolaşırlar ve Ramazan’a uygun şiir ve manilerle Müslümanları sahura kaldırırlardı. İşte bu manilerden bir tanesi:

 "Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim devletlü efendim
Ramazan’ın mübarek ola "


Ramazan davulcuları davullarına tokmakları vurmazdan evvel önce pencereleri süzerdi eğer bir pencere kenarında sarı çiçekler varsa orada davulunu çalmazdı. Pencere kenarındaki sarı çiçeklerin manası ‘’Bu evde hasta var, bu sokakta ses yapmayın’’ idi. Hastaları rahatsız etmemek adına davulcular ve sarı çiçekler arasında bir görünmez anlaşma vardı. Gayr-i müslimler rahatsız olmasın diye davulcular onların köylerinde davullar çalınmazdı.

Ecdadımız, On bir ayın sultanının arkasında hüzün tabloları bırakarak sona ererken de “Allah’a şükürler olsun, önümüzdeki Ramazan’a on bir ay kaldı” diye ayrı bir sevinç gösterisinde bulunur, böylece gelecek yılın Ramazan’ına da bir an önce kavuşmanın hasretini çekerlermiş. Önümüzdeki Ramazan’ı da görmeden ölmeyelim diye içlerindeki o güzel temennileri dile getirirler, hatta 29 günlük Ramazanlarda “Eyvah, bir günümüzü çaldılar!” diye hoş serzenişlerde bulunurlarmış. Geçirmekte olduğumuz Ramazanla, ecdadımızın bizlere örnek teşkil ettiği Ramazanlar arasında ufak bir kıyaslama yapınca anlıyor, gerçeklerle karşılaşıyoruz. Bizi bugün büyük sevinçle karşılayan, birlik, beraberlik, dayanışma, duyarlılık, empatinin doyasıya yaşandığı, ayın maneviyatını ruhunda hisseden, kutsiyetini tam anlamıyla yaşayan ve yaşatan ecdadın ardından "Nerede o eski ramazanlar" demeyelim de ne yapalım? İç çekmek hakkımız.

Bugün biraz tarihe yolculuk yaptık. Manevi ruhu derinlemesine hissettik. Belki bu vesileyle eksik olan şeylerin farkına vardık. Dilerim bizlerinde geçirmekte olduğu şu sayılı günleri şanlı tarihimizi örnek alarak, rol model edinerek, bilinçli şekilde idrak edebildiği; birlik, beraberlik, dayanışma, duyarlılık, yardımlaşmayı ön planda tutarak, bunun gayretini yaşayarak tamamlarız. Ardından bayram sevincine yine hep birlikte kavuşuruz. Bugün ecdadımızın Ramazanın ardından söylemiş oldukları içten temennileriyle veda etmek istiyorum; "Allah’a şükürler olsun, önümüzdeki Ramazan’a on bir ay kaldı. Allah hepimizi yeniden senesine kavuştursun..." 

Yazar

Ayşegül Emre

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *