Savaş: “Düşmana karşı irademizi yerine getirmeye zorlayan bir şiddet eylemidir.”
-Carl von Clausewitz
İslam’ın bir savaş dini olduğunu söyleyenler olduğu gibi barış, sevgi ve hoşgörü dini olduğunu söyleyenler de vardır. Oysaki İslam ne savaş ne de hoşgörü dinidir. “İslam taraf dinidir.” Allah, kitabında neyi, kimi yahut kimleri sevip sevemeyeceğimizi anlatır. Bir şahsiyet ortaya koyar. Bizler zulmü ve zalimleri asla sevmeyiz ama mazlumu canımız gibi severiz. Zalim kimseye “Ne olursan ol, gel.” demeyiz. Kapımız herkese açık değildir. Toplumda herkesi seven insan, düzgün insan değil karakteri oturmamış bozuk insan demektir. Çocuk tacizcilerini sevmeyiz, insana zulmedeni sevmeyiz, dini değerlerimizle alay edeni, Allah’a, kitaba küfür edeni hiç sevmeyiz, harama bulaşmış ve bu bulaştığı işi meslek haline getirmiş kimseleri sevmeyiz. İsterse kendi kavmimizden olsun yine de sevmeyiz! Biz Müslümanlar bir tarafımızla savaşçı bir toplumuzdur. Yürürken karınca ezilmesin diye seke seke gideriz ama mazlumun hakkını almak için gerektiğinde kan da dökeriz ama bundan asla keyif almayız.
Hz. Ömer döneminde bir grup insan San’a şehrinde bir mazlumu zulümle öldürürler. Kalabalık olduğu için maktul kim vurduya gider, katil belli olmaz. Hz. Ömer “Katili bulun, şayet bulunmaz ise bu olaya iştirakte bütün San'a halkı zulme ortak ise ben de bütün San'a halkından hesap sorarım!” demiştir.
Yakın tarihten bir örnek vermek isterim. Irak’ta Amerika işi bitirdi, sessizce Irak’a girdi, komutanları satın aldı. Nerede ise savaş bile olmadı. Yakında demokratik bir devlet kurulup Irak’ın işleri sulh olur ama bu insanlar yarın cihat adı altında tekrar Amerika ile savaşmasın diye yeni kurulan hükümetle beraber Irak’ta sevgiden, barıştan söz eden kim varsa onu ön plana çıkarıp “Din budur, din sevgidir. Sevin, sevilin. Biri tokat atarsa öbür yüzünü çevir, yaratılanı sev yaratandan ötürü...” gibi sloganlarla halkın mücadele ruhunu öldürmek isteyecekler. Bizler bunu Irak gibi olmasa da yıllar önce yaşadık. Kurtuluş Savaşı’nda mücadele eden hiçbir âlimi yâd etmiyoruz. Zalime karşı çıkan hiçbir ulemayı anmıyoruz ama her nasıl oluyor ise bilemiyorum, birileri bize Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi, devlet eli ile sevdirme etkinlikleri düzenliyor. Bunlar olmasın demiyorum ama dinin sadece sevgi boyutunu görüp mazlumların hakkı için mücadele boyutunu görmezsek toplum olarak pasifize olmuş oluruz.
Daha düne kadar sevelim sevilelim diyen, memleketin en mülayim insanları kim desek onları göstereceğimiz adamlar, hatta dinler arası diyalog lakırdılarıyla bize Hıristiyanları bile sevdirmeye çalışan adamlar bu milletin insanlarına kurşun attı. Uyanık olmalıyız. Ne sadece sevgi, ne de sadece cihat... Ama taraf olmayan bertaraf olur, bunu da unutmamak gerek.
Bu minvalde yıllardır da savaşmayan bir topluluğuz. Sevgi dini anlayışından savaş taktiklerini unutmuşuzdur. Hâlbuki Türk deyince kâfir korkmalıdır, kâfirden kastım zalim korkmalıdır. Çünkü biz tarihin hafızasına mazlumun hakkını koruyan kavim olarak kaydolunduk. Özümüzü hatırlama adına bir savaş kitabı okurken sevdiğim bölümleri de özetlemek istedim. Ben keyifle okudum, içimde sönmüş bir kor gibi duran mücadele ruhu hafiften körüklendi. Tabii savaşalım demiyorum ama adalet kılıcı hep keskin olsun, hep tetikte olalım. Dinimize dikili gözler var, canım vatanımıza dikili gözler var. Her birey kendince uyanık olmalıdır.
2500 Yıl önce yaşamış Çinli komutan Sun-Tzu'dan savaş nasihatleri:
“Düşmandan alacağın bir araba erzak, kendi ülkenden getireceğin yirmi araba erzaka eşittir. Gücünü artırmak için düşmanını kullan.” Bir savaşta başa gelebilecek en kötü durum silahsız kalmaktır. Özellikle savaşta avantaj sağlayabilecek silahlar asıl hedef olmalıdır.
“İyi bir savaşçı savunma taktikleri ile kendini yenilgiden koruyabilir ama düşmanı yeneceğinden emin olmaz.” Birçok savunma taktiği vardır, bunlar hatlarımızı geri çekse bile yenilip yok olmaktan korunmaya yarar. Sadece o meydan elimizden çıkar ama satrançta sürülecek çok piyon olur. İş uzar da uzar, yenilmemek kısmen elimizdedir ama yenmek zor iştir.
“Zeki savaşçı savası kazanabilen değil zafere kolay ulaşandır.” Savaş bir şekilde kazanılır ama birçok zayiatla savaş kazanmaktan öte maksat az zayiat ve kolayca zafere ulaşmak olmalıdır. Asıl başarı budur. Çin savaş felsefesinde savaş eyleme dökülmeden nasıl kazanılır meselesi savaşın aslıdır. Çin’le savaşan ülke ilk önce suikaste karşı tedbir almalıdır. Birçok Türk komutanı Çinlilerin suikastına uğramıştır. Baş düşerse gövde zaten düşer.
“Büyük topluluğu kontrol etmek küçük topluluğu kontrol etmekle aynıdır önemli olan onları nasıl böldüğün ve aranızdaki iletişim ağıdır.”
“Müzikte yalnız şekiz nota vardır ama bunlarla yapacağın müzik sonsuzdur. Sakın hep seni daha önce zafere götüren aynı taktikte savaşma!” Düşman sabit taktikleri öğrenir ve bir gün bizi sürekli uyguladığımız taktiğe karşı geliştirilmiş başka bir taktikle yenebilir. Hilal taktiği kıyamete kadar şeref madalyamızdır ama Türklerde taktik bitmez.
“Şartlar ne olursa olsun planı değiştirebilecek kabiliyetiniz olmalıdır. Suyun durağan şekli yoktur savaşta hiçbir şey sabit olmaz. Hazır olduğunuzda hazır değil gibi davranmalı, düşman yakınken uzakta olduğumuza inanmalı, uzakta iken yakında gibi hissettirmelidir.” Kalplerindeki tedirginlik hiç bitmemeli, bir an gelip huzura kavuştuklarını düşündüklerinde kapıyı çalan biz olmalıyız.
“Savaşta insanın sesi kalabalıktan duyulmaz. Bu nedenle davullar bayraklar ve sancaklar kullanılmalıdır.” Modern sessiz iletişim kuralları geliştirmek gerekmektedir, telsiz sesleri de birbirine karışabilir.
“Bir ordunun etrafını sardığınızda daima onlara kaçabilecek bir alan bırakın, çaresizliğe zorlamayın.” Kaçabilecekleri alanı gördükçe kendilerini gizliden gizliye kaçmaya zorlarlar ama kaçacak yeri olmayan çaresiz insanın ne yapacağını kestiremezsin. Düşmanı yapacağı hamleye zorlamak bizim tercihlerimizde olmalı.
“Düşman ordusu bir nehirden (engelden) geçerken saldırmamak gerekir. En iyisi ordunun yarısı geçtiğinde diğer yarısı suda iken saldırmaktır.” Böl, parçala, yut taktiğidir. Pastayı nereden keseceğini çok iyi kestirmek gerekir.
“Düşman saldırıya müsaitse tuzak var demektir.” Kimse aptal değildir. Savaş uzun uzun düşünme sanatıdır. Şayet düşmanı aptal görüp açıktan saldıralım dersek tuzağı kendi kendimize kurmuş oluruz.
“Elçiler sizi övüyorsa düşman ateşkes istiyordur.” Savaşta bile kimse dilinin arkasına saklanamaz. Hangi kelime yapısı ile hangi cümlelerin kurulduğuna bakılarak ciddi zihin haritaları çıkarıp düşmanın kendi dilinden kendisi hakkında bilgi almak gerekir.
“Askerine kendi çocuğun gibi davranırsan dipsiz vadilerde bile seni bırakmaz. Her birine kıymetli oğlun hissini ver.” Evlat kendisini oğlu kabul edene hıyanet etmez. Şefkat ve disiplin iç içe olmalıdır.
“Düşmanın ne halde olduğunu öğrenmek için gümüş para harcamaktan çekinme.” Parasına acımayan ülkesine acımamış olur. İstihbarat eskilerin keşif kolu dediği “mukaddimetül ceyş” yani düşmanı tartmak demektir. Düşman tartılmadan topyekûn savaşa girmek akıl işi olmaz.
“Düşman casusunu devşirmek kendi casusumuzdan daha kıymetlidir.” Hem bizden yanlış haber götürür, hem de onların tam içine sızar. Casusa güvenmesek bile kullanmayı bilmek lazımdır.
Not: Ebu Hanife’ye öküzün boynuzu var demişler. Ebu Hanife de “Benim de aklım var.” demiş.
Son olarak savaşlarda galibiyet sadece Allah’tandır. O'na hakkıyla güvenmek silahlardan daha öncelikli mevzudur. Rabbim sen inananların velisisin ayaklarımızı düşmana karşı sabit kıl ve bize zafer bahşet.
0 Yorum:
Yorum Bırakın