Sanal Âlemde Mahremiyet


747 Görüntüleme

Her insanın kendine ait bir tavrı, bir inancı ve bir de yaşamı vardır. Herkesin ayrı ayrı huyunu öğrenip ona göre davranmak imkânsız sayılacak işlerdendir. Ama mahremiyet duygusu insanda genel bir ahlak kuralı oluşturur. Her gün biraz daha gelişen, teknolojik gelişmeleri günbegün takip etmenin çok zorlaştığı modern dünya ile beraber eski ve değişmez ahlak kurallarımızı da yenilememiz gerekir. Zira bu ahlak kuralları inancımız çerçevesinde oluşmuştur.

Bir eve girmekle onu dışarıdan herhangi bir şekilde görmek teknik olarak aynı şeydir. Atalarımız bir kapıya vardıklarında o kapıyı üç defa çalar, kapısını çaldıkları kimsenin evde olduğunu bilse dahi eğer kapıyı açan olmadı ise içeride meşgul olunduğu zannı ile ısrar etmeden dönüp giderlerdi. Çünkü bilirler ki kapı çalındı diye ev sahibi kapıyı açmak zorunda değildir. Her evin türlü türlü hali olabilir.

Bu üç defa kuralı genel bir kural haline getirilebilir. Mesela aradığımız kimsenin telefonu üç defa çaldı ise kapatmak en doğru olandır. Hatta durumu izah eden bir mesaj atıp sonra müsait ise aramak en nazik olan davranış modelidir. Birisi ile konuşurken defaatle arayan insanı anlamak mümkün değildir.

Atalarımız bir kapıyı çaldığı zaman kapının içeriyi görmeyecek şekilde ya sağ tarafına, ya da sol tarafına konuşlanırlardı. Asla kapının karşısına dikilmezlerdi. Kapıyı açanın ne şekilde açacağı, arka tarafta nelerin gözükeceği bilinmez. Zira evin kendisine ait bir mahremiyeti vardır. Zaten içeri girmek için alınan izin demek, aynı zamanda evin içini görmek için alınan izin demektir. Biz dışarıdan evin içini görebiliyor isek izinsiz o eve girmiş oluruz. Hiçbir mahreme izinsiz giriş yapılamaz.

Bir kişi, yanındaki arkadaşının çalan telefonuna, yani özel hayatına, yani mahremine kim aramış diye bakamaz. Göz ucuyla da olsa gelen mesajın kimden geldiğini ya da yazılan mesajın içeriğini öğrenmek için telefona bakmak oldukça yanlış bir davranıştır. Hele o telefonu eline alıp kurcalamak artık aymazlık sınıfına girer. Kişinin ailesi ile ilgili özeli olabilir. Hanımının yahut beyinin veya çoluk çocuğunun ev hali fotoğrafları olabilir. Ya da kişinin bir ayıbı olabilir, bu ayıbı ifşa diğer kişiye düşmez.

Ahlak kitaplarımızda bir kişi, diğer bir kişinin yatak odasını gözetlese, ev sahibi de o kişinin gözünü oysa diyet ödemez ibaresi vardır. O halde nasıl olabilir de kişinin özeline izin almadan bakılabilir? Derdimiz diğer kişinin özeline mi vakıf olmaktır? Ayıbını mı ortaya çıkarmaktır? İki kişi arasındaki hukuku üçüncü bir kimse ancak kendi aklı ve kendi bakış açısı kadar anlar.

HİKÂYE

Bir gün bülbül meşk için güle gidiyor imiş. “Ben gidip biraz şakıyayım, o da yapraklarını açsın.” diye geçirmiş içinden. Yolda, bir tarlada ot yemekte olan ineğe rastlamış. İnek: “Bülbül kardeş! Yolculuk nereye?” diye sormuş. Bülbül de “Güle gidiyorum.” diye cevaplamış. İneğin o esnada bütün mantığı yemek üzerine kurulu olduğu için herkesi inek zannederek sormuş: “Ne yapacaksın gülü? Yiyecek misin?”

Nice laflar vardır ki ortasından ya da sonundan duyan kimse olayı yanlış anlar. Bir diğer kişinin telefon konuşmalarına kulak dahi verilmemelidir. Devletin bekası için bile olsa insanların telefonlarının, özel hayatlarının izinsiz araştırılması bence doğru değildir. Sırf kendi siyasi geleceği için başka siyasi parti yetkililerinin ayıbını ortaya çıkarıp insanların “Bak, falan partide bunlar var.” şeklinde konuşmalarına sebep olarak karşısındaki kişinin özel hayatını ifşa etmek, bu ahlaksızlığı büyük bir istekle yaymak, bunları sosyal medya hesaplarından servis etmek ve bu ahlaksızlıktan rant elde etmeyi beklemek de o işi yapmak kadar seviyesiz bir şeydir. Müslüman kimse, ayıpları ifşa eden değil örten insandır. Demek ki bu insan kendi menfaati için her türlü ahlaksızlığa çanak tutabilir. Sadi’nin de dediği gibi: “Allah görür, susar. Komşu görür, bağırır.” Muhakkak ki ayıbı ifşa olmuş bir kişiyi kınamak yerine, insanın kendisine dönüp ortaya çıktığında utanacağı meselelerini, ayıplarını düşünmesi lazım gelir. Allah’ın o zamana kadar kendisinin ayıbımın ortaya çıkmasını engellediğini bilerek haline hamd edip kardeşinin ayıbını da hemen gizlemek zorundadır.

FACEBOOK KİŞİNİN DIŞA AÇILAN YÜZÜDÜR

Facebook ve Instagram gibi sosyal paylaşım siteleri, genel haber sayfaları değildir. Kişinin ailesinin, eşinin dostunun kendisiyle irtibata geçebildiği bireysel düşünce ve paylaşım sayfalarıdır. Bu tür mecralarda birilerine gönderilen arkadaşlık veya takip isteklerinin karşılığı aslında o kişinin hayatına girmeye, bir şekilde yaşantısına şahit olmaya yönelik teklifte bulunmaktır. Şayet bu kişi de kendisine yöneltilen teklife olumlu dönüş yaptıysa yaşantısına dâhil olmanızı onaylamıştır. Fakat bu, sırf bir kişinin gündelik hayatına yakından tanıklık edebiliyoruz diye onun yapmış olduğu her paylaşıma, yayınlamış olduğu her içeriğe kafamıza esen her yorumu sarf etmeye hakkımız var demek değildir. Mesela takip ediyor olduğumuz bir kimsenin paylaşmış olduğu, herhangi bir konu üzerine yazılmış herhangi bir yazıya sırf biz öyle düşünmüyoruz diye istediğimiz yorumu yazma hakkımız yoktur. Bunun paylaşıldığı sayfayı esasında o kişinin eşi dostu ve çocuklarıyla da iletişim halinde olduğu bir mecra olarak düşünmeli ve itibarını sarsıcı sözcüklerden ve hareketlerden kaçınmalıyız. Bir görüş belirteceksek bunu saygı ve nezaket çerçevesinde, kelimelerimizi özenle seçerek yapmalı yahut şayet izin verilmişse direkt mesaj kutuları yoluyla o kişinin kendisiyle özel iletişime geçerek gerçekleştirmeliyiz. Nasıl ki misafir olarak gittiği evde gelen ikramı eleştiren, evdeki eşyaların nizamının doğru olmadığını vs. dile getiren kimse bir daha davet edilmeyi hak etmezse, sosyal medyadaki paylaşımlara patavatsızca tepkiler gösteren kimseler de bu davranışları sergiledikleri sayfaların, profillerin sahipleri tarafından sayfaya, profile bir daha kabul edilmeme ihtimalleri bulunduğunu bilmelidirler.

Bizler kimiz ki insanları terbiye etmeye çalışıyoruz? Herkes benim gibi düşünecek, en iyi benim aklım erer, en doğru görüş benimdir gibi haddini aşan düşünceleri bir kenara bırakmak lazımdır. Zira bizler robot değiliz. Birbirimizle aynı şekilde düşünmek, aynı şekilde hareket etmek zorunda değiliz. Evet, belki de hakikaten o konuda biz daha haklı düşünüyoruz, daha sıcak, daha güncel, daha net bir bilgiye sahibiz ve karşıdaki arkadaşımızın bilgi eksikliği var. Veya ona görmediği bir şeyi gösterip fikrini düzeltmek istiyoruz. İyi de ne zamandan beri insanlara yanlışı uluorta bir şekilde söylemeye başladık biz? Bunun adı açık sözlülük değildir. “Ben dürüstüm, içimden geldiği gibi hakikati söylerim.” demek bu değildir. Bunun adı düpedüz patavatsızlıktır. Kardeşimiz bir yanlış yapmış ise koluna gireriz, onu sevdiğimizi, iyi bir insan olduğunu beyan ederiz. Keşke şöyle yapsan diye en kibar kelimeler ile nasihatte bulunuruz. Bunu da yapmayacak isek WhatsApp, Messenger veya türevi mesaj uygulamaları üzerinden yahut takipleştiğimiz uygulamalardaki mesaj kutuları üzerinden “Kardeşim, böyle yazmışsın ama ben şöyle düşünüyorum, sen ne dersin?” diye fikrimizi beyan edebiliriz. Açık sözlülük adına ailesi, çocukları, eş dost ve akrabası önünde kafamıza göre o kişinin sayfasına yazamayız. Bu ne bir nezakettir, ne de kardeşini bu şekilde uyaran kişi dosttur.

Velhasıl, incelik dersleri almamış olabiliriz ama nezaket hep asaletten önce gelmiştir. Saygılarımla...

Yazar

Fikret Şanlıbaba

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *