EŞİNİZİN AİLESİ NEYİNİZ OLUR?


1584 Görüntüleme

EŞİNİZİN AİLESİ NEYİNİZ OLUR?
 
“Anama ana diyesin.
Babama baba diyesin.
Sen bize gelin gelesin.
Nerde kaldın kibar gelin?
Nerde kaldın güzel gelin?”
 
Bu türküyü duyanlar vardır. Aşık delikanlı sevdiğine böyle seslenip, temennide bulunuyordu.
“Yazısız evlilik kanunları” der ki: “Bir kadın evlenince; eşinin sadece soyadını almaz. Onun ailesini de hayatına alır. Eşinin annesine “anne”, babasına “baba” der. Eşinin ailesi ailesi olur. Tüm sülalenin hatta köyün, mahallenin gelini olur. Bu erkekler için de böyle olmalı. Şimdi durumlar değişse de genellikle kolektif bilinçdışımızdaki kayıtlar, atasal aktarımlarımız, örf ve adetlerimiz bu yöndeydi. Şimdi geldiğimiz noktada medeni kanuna göre; kadın evlenirken kendi soyadını da alabiliyor, kocasının soyadına ekleyebiliyor. İsterse ikisini birden kullanabiliyor. Yani şimdilerde kadının daha çok tabii olması beklenen bir kültürden, bağımsız olarak, istediği kişiye, istediği kadar tabii olduğu bir yöne evrildi. Genç erkekler için de bu böyle. Geleneksel kültürde; erkek eşini seçip, isteyip, evlilik teklifi yapıp, talip olup, “atının terkisine alıp” ailesine gelin getirirdi.
Şimdi bu kısa kültürel bakıştan sonra asıl konumuza gelecek olursak, konuyla ilgili sormamız gereken soru şu olur galiba: “Eşimizin ailesi neyimiz olur?” Ya da “Erkeğin(kadının) annesi, babası, kardeşleri, akrabaları, sülalesi, köyü, memleketi, kültürü, örf ve adetleri kadının(erkeğin) nesi olur? Aynı şey erkek için de geçerli tabii ki. Formülün iki tarafı da eşit mi acaba? Dediğim gibi Anadoluda,geleneksel toplumlarda sanki kadın(gelin)  aileye daha çok dahil olmak durumunda gibi. Hatta danışanlarımdan gelen sorunlardan yoğun olarak bu konuda sıkıntılar yaşandığına tanıklık ediyorum. Erkeğin de, onun ailesinin de; geline ve ailesine boykot uygulamaya varıncaya kadar olan davranışları, uç noktada yasakçı bir tabloya dönüşebiliyor. Eşinin ailesine gidip gelmeden tutun da, evine gelmeleri konusundaki yasaklamalara varıncaya kadar üst perdeden bir kibir olabiliyor. Tabii ki  sorunlardan daha çok durum tespiti yapıp, olması gerekenleri hatırlatmak daha yararlı olacaktır diye bu konuyu ele almak niyetindeyim.
Galiba herşey,eşinin annesine “anne” diyebilmekle başlıyor. “Anne” kelimesini ağzını doldura doldura, sevgiyle, saygıyla ve rızayla diyebilmek, benimseyebilmek…Hakeza “baba, abi, abla, teyze, enişte, vs” tüm aileyi ailesi olarak bilip kabul etmek… Aidiyet hissetmek, kendine yer edinmek, aileyi sevmek, kendini sevdirmek… Gelin ve damat sıfatının ötesini aşıp “kızım, oğlum, yavrum, kuzum” hitaplarıyla kalplere girmek… Tüm aileye sevgi ile kabul edilmek, ailenin gönlünün minderine oturmak… Tabii ki bunlar olması beklenen, ideal olan durumlar, aile ilişkileri diyebiliriz. Peki gerçekte işler böyle mi ilerliyor, bir bakalım.
Burada konu daha çok gelin ya da damatların duygu ve düşünceleri içinde yer bulacak. Yani bu yakınlaşmalar kanun ve kurallarla düzenlenemez. Örf ve adetler hatta hatta din kurallarıyla da kişiler birbirine sevdidilemez bazen. Psikolojideki “yakınlık duygusu” oluşmadan işler zorlaşır. Bu yüzden ben kendi adıma konuyu bu bağlamda incelemeyi tercih ederim. Bu yazıdaki akrabalık ilişkilerini de kişilerin iç dünyalarındaki aidiyet hallerine göre değerlendirmek, biraz da terapist kimliğimden geliyor. O zaman nişanlı, evlenecek gençleri ya da yeni evlilerin kendilerine sormaları gereken asıl sorular şunlar olabilir: “onun ailesi benim neyim olur? Benim için onların yakınlık derecesi nedir? Benim için onlar yabancı mı? yoksa eşimin ailesi ile bir ünsiyet kuruldu mu? kendimi ayrık otu gibi mi hissediyorum? Yoksa ötekileştitildiğimi mi zannediyorum? Ben de mesafeli, soğuk ve önyargılı mıyım?” Sorular arttırılabilir. evlilik söz konusu olduğunda ilişkiler şıp diye kurulmaz; işler öyle ha deyince olmaz. Zaman gerekir, tanımak gerekir, alışmak ve alıştırmak, kaynaştırmak gerekir. Bu kabulden sonra aile büyüklerine, özellikle kayınvaldelere de çok iş düşer. Gelin ve damatların duyguları ve mesafeleri olabilir. Toylukları gereği zorlanabilirler. İçine dahil oldukları yeni ailelerinde de da kabul ve kucak açacak, sarmalayıp evladı gibi şevkat, anlayış gösterecek büyüklerin olması gerekir.
Evlenince birdenbire hayatınıza yeni ve yabancı insanlar dahil oluverir. kolay bir şey değildir. Kendi çekirdek ailesinin yanına ikinci bir anne, baba, kardeş, enişte, bacanak, baldız vs den oluşan kocaman bir aile daha eklenir. Herşey bir hitapla başlar. Kadınlar fıtratları ve aldıkları öğretiler, nasihatlar gereği, nezaketen de olsa daha çabuk yapabilirler. daha flört döneminde dahi “anne, baba” diyerek aileye duygusal olarak kendini katabilir. Daha doğrusu kadından daha çok ve çabucak böylesi davranışlar beklenir. Genç kızlar tam hissetmeseler de örfler gereği söyleyiverirler bu hitapları. Benim gözlemlerime göre; genç erkekler ve dahi oldukça yaş almış erkekler dahi eşlerinin anne-babalarına hala onların duyacağı şekilde “anne, baban” diyebiliyorlar.
evlenince artık “sen, ben yoktur, “Biz” vardır. Aynı şekilde “senin annen, senin baban, senin ailen” olmamalı, “ailemiz” duygusu olmalı. Kolay değildir elbette, daha düne kadar yabancı bir kadına(erkeğe) şıp diye “anne(baba)” diyebilmek. Ağız alışacak, yürek alışacak, kafa alışacak. Birçoklarının kafasında dirençler vardır: “İnsanın bir tek annesi(babası) olur” diye direten bilinçdışı ait hissedememeler vardır. Gençler şimdilerde buna pratik bir çözüm bulmuş gibiler. Eşinin anne-babasına “Ayşe anne, Ahmet baba” diyerek şirin hitaplarla alışıyorlar. Bu da bazı kayınvalideler, kayınpederler için yeterli olmayabilir. Burada da: ” Önemli olan samimiyettir, saygıdır, sıcaklıktır, benimsemektir.” diye düşünerek, aile büyüklerinin de yeni durumlara ayak uydurması, katı beklentilerden, tutucu, kuralcı yaklaşımlardan uzak durması gerekir. Aile büyüklerinin sevecen. babacan. anaç. hoşgörülü yaklaşımları genç gelin ve damat için paha biçilmez bir geniş aile oluşturacaktır. İki genç evlenince aileler de evlenir, büyür, zenginleşir, kocaman bir aile oluşur. Bunun için tüm çabalara değer.
anadolu kültüründe de hatta şehrimizde de kayınvaldelere “hanımanne”, kayınbabalara “ağabab” gibi hitaplar söylenir. bunlar yörelere göre değişse de aslolan erkek ya da kadın eşin aileyi nasıl kabul ettiğidir. Ataerkil yapılarda bu hitap sorunu da, saygı sorunu da hiyerarşik olarak aşılmıştır zaten. Evlilikle ilgili temel sorunların başında olan “aile müdahalesi” ni de dikkate alacak olursak; “eşin ailesi” konusu başka bir boyut kazanıyor. Taa evliliğin başında kurulan ya da kurulamayan bir olma hali, sağlıklı birliktelik hali birçok şeyi belirliyor. Yani evlenen kişiler birbirlerine eş, hayat arkadaşı, sevgili olamadığında maalesef aileleri de bu ilişkiye kurban ediliyor. Ya da ebeveynlerin müdahalesi ve bağımlı aile ilişkileri
(sorunlu anne-oğul, baba-oğul, kardeş) yüzünden eşlerin evliliği bitebiliyor. Ya da eşin ailesine karşı kırılma, küslük, soğukluk, kabul etmeme, düşman ilan etme gibi duygular olabiliyor. Bu duyguların sonucunda artık eşin ailesini evine almama; onlarla görüşmeme, çocuklarını da görüştürmeme, hatta karısını (kocasını) ailesinden men etmeye kadar giden durumlar oluşabiliyor. Bazen tüm bu sorunları başlatan, “istenmeyen gelin (damat)” meselesi olabiliyor. Yani balık baştan kokmuş oluyor. Günümüzde (bu sorunların sosyolojik bir sonucu olarak) fetva sitelerine, hocalara, uzmanlara en çok sorulan sorular: “eşimin ailesi…” diye başlayan sorularla dolu.
İnsan evlenince sadece eşiyle değil tüm aile ile de evleniyor. Bu ön kabul şu soruyu getir: “eşinin ailesi kendi ailen gibi olabilir mi?” Cevap: “Neden olmasın?” Hatta bazen kendi ailesinden yara almış, ,istismara uğramış, terkedilmiş, sevgi görmemiş, aile birliği dağılmış nice gençler için evlenmek yepyeni bir aile kurmak demek. Bu durumda; eşinin ailesi, kendi ailesinin vermediği şeyleri verip, kucak açabilir. Bazı genç kızlar için ya da erkekler için kendi anne-babasıyla kuramadıkları yakınlık kayınvalide ve kayınpederle kurulabilir. Bu ne güzel bir imkandır doğrusu. Yeniden bir aileye daha sahip olma fırsatı. Bu açıdan da bakılacak olursa “eşin ailesi “yabancı değildir artık. Eşimizin ailesi, eşimiz kadar önemlidir. Hatta spiritüel ve kadersel açıdan da; aile sistemleri açısından da tesadüf değildir. Yani o eş ve onun ailesi tesadüfen karşımıza çıkmamaştır. İnanlar için burada da ilahi bir matematik ve aile kombinasyonları seçilmiştir diyebiliriz. O halde nasıl ki evlenince eşler artık bir olursa ailesini de pakete dahil edip kaynaşmaya niyet etmek gerekir. Olan ve olası sorunları da yardım alarak çözmek; aile birliğini devam ettirmek gerekir. Eşin ailesine uyumlanmak demek bu yuvanın çocuklarına da köklerini ve kanatlarını hediye etmek demektir. Ailenin bağları, bağlantıları yeni gelinler ve damatlar değil midir?
Eş ve eşin ailesi  evlilikteki mutluluk için çok önemlidir. O halde onlarla iyi geçinmek elzemdir. Aile büyüklerinin de gelin ve damatlarıyla, dünürleriyle geçinmeleri barış ve huzurun teminatı olacaktır. İşte bunun için kan bağı, akrabalık bağları yeterli olmaz. Psikolojideki “yakınlık duygud” da tesis edilmelidir. Ya da düşünce ve telkinlerle gençler kendilerini aileye yakın hissetmelidir. Gençler birbirlerini sever ve bağlanırlarsa ailelerini de severler. Hatta dünürler de birbirlerini sever ve sayar. Bunun için iki taraflı çaba ve halis niyet gerekir. Dışlama, ötekileştirme, onaylanmayan gelin(damat) profilleri, kıskanç, uyumsuz, sorunlu kayınvalide (kayınpeder, görümce, baldız, kayınbirader, elti, bacanak) profilleri aileyi uzaklaştırır.
evlenen çiftlerin eşlerinin ailesine saygı duymanın yanında dikkat edeceği şeyler olabilir. Her ailenin bir geçmişi, örüntüsü, sistemi, yaşanmışlıkları, yaraları, acıları, travmaları olabilir. Evlilikle birlikte gelen paketlerden biri de budur. Her ailenin bir gerçeği, tarzı vardır. ailelerin sırları, utançları, sorunlu bireyleri vardır. Eşinin ailesi adına çiftler bunları da kabullenip, saygı duymak zorundadır. Yeni evli ya da evlenecek gençlere bir uzman olarak tavsiyem: aileye dahil olduktan sonra onları tanımaya, gözlemlemeye ve anlamaya çalışmaları olabilir. Uzak durup yabancı gibi hissetmek yerine, kaynaşıp, gençliğin enerjisini, sıcaklığını, esprisini aileye katmak olabilir. Küçük hizmetlerle, saygılı davranışlarla adım atmak olabilir. “Eşimin ailesi artık benim de ailem” olur diye işe başlamak olabilir. sonradan gelecek olumsuz iletişimler ve sorunlar olunca çözülür. Baştan önyargılı olmamak ve samimi davranmak olabilir.
Son olarak “Eşimin ailesine karşı nasıl davranmam gerekir?” diye bir soru gelirse:
-Kendi ailene nasıl davranıyorsan onlara da öyle yakın davranmaya çalışmak,
-Kendi ailene nasıl kayırıyorsan onları da kayırmak,
-Kendi ailene nasıl önemsiyorsan onları da önemsemek,
-Kendi ailene nasıl hoş görüyorsan onları da hoş görmek,
-Kendi ailene layık gördüğün şeyleri onlara da layık görmek,
-Kendi ailene ikram ettiğin güzellikleri, yardımları, hediyeleri, destekleri vs onlara da sunmak,
-Kendi ailenin mahremiyetine dikkat ettiği gibi onların mahremiyetine de dikkat etmek ve sırlarını korumak… diyebilirim.
Yani sözün kısas; eşinizin ailesinin neyiniz olacağına, “öz” aileniz olup olmayacağına da sizin kişiliğiniz, duygu ve düşünceleriniz, seçtiğiniz davranışlar ve niyetler, inancınız, eşiniz, çocuklarınız…hepsi birden karar verecek.

Yazar

Gönül Nart

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *