ÇAĞIMIZIN AMANSIZ HASTALIĞI


829 Görüntüleme

Geçmişten günümüze insanlar yüzlerce çaresiz olarak adlandırılan hastalıklarla kendi imkanlarıyla mücadele etmişler. Çeşitli deneyimler sonucunda deneme-yanılma yoluyla bazı hastalıkları tedavi etmeyi zamanla  keşfedip öğrenmişler. İmkanların kısıtlı olduğu dönemlerde tedavi yöntemi olarak; yatırları ziyaret etmek, hocalara, dedelere muskalar yazdırmak, bitkilerden ilaç yapmak, dağlama yöntemiyle vücuda kızgın demirle damga vurarak hastalıklı kısımları kurutmak, yakıcı maddelerle yakma yöntemi gibi kendi imkanlarıyla keşfettikleri çeşitli yöntemler tezahür etmiş. Tedavi yöntemlerinde o zamanki koşullarda özelikle bitkilerden şifalı karışım elde etmenin önemli rol oynadığını görürüz. Yıllar boyunca tedavi amacıyla kullanılan bitkiler bugün de modern eczacılığın kullandığı ham maddelerin temelini oluşturmakta. Hastalıkları bitkilerle tedavi etmeyi öğrenen insanlardan, o dönemin öğretilerini günümüzde de hâla kullanmaktayız. Mesela mide üşütmelerinde nanenin limon kabuğuyla kaynatılarak, kullanılmasının iyi geldiğini o dönemde keşfetmişler bizlerde bunun gibi o dönemin bir çok öğretilerini uygulayarak yaşatmaktayız. Şükürler olsun yıllar içinde gelişen teknoloji, bilimin ilerlemesiyle hastalıklar tedavi edilebilir düzeye gelmiş çareler, ilaçlar, tedavi yöntemleri artarak yeni keşifler bulunmuş ve bulunmaya da devam etmekte. Tedavisi mümkün hastalıklar şimdilik burada kalsın. Biz şimdi gelelim esas konumuza; geçmişten günümüze bir türlü tedavi edilemeyen, günümüzde en popüler, en sık rastladığımız, iyilikleri tüketen hastalık olan "Hasetlik" hastalığına. Bu hastalığın başlangıç tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Açık bir şekilde görüyoruz ki bu amansız hastalık ne yazık ki insanlığın var olduğu ilk günden bu yana dünyaya kök salmış durumda. Ne kadar ibretliktir ki, en kıymetli kimseler tarih boyunca hasetçilerin hedefi olmuştur. Öyle acı hastalık ki Peygamberlerin bile imtihan olduğu; Hz. Yusuf Peygamberin kardeşleri tarafından kuyuya atılmasına, Yakup peygamberin gözyaşları dökmesine sebep olmuştur. Bu vesileyle kardeşler arasındaki hasetlik, kıskançlık duygusunun neler yaptıracağını bizlere göstermektedir. Şimdi ise ilk insan ve ilk peygamber olan Adem Aleyhisselam'ın çocukları Habil ile Kabil kardeşlerin kıssasını, yeryüzünde işlenen ilk cinayeti ve sebebini düşünelim. Dünyadaki ilk bozgunculuğun başlama sebebi yine kıskançlık ve hasetçiliktir.

Haset kavramı sözlükte çekememek, günülemek, kıskanmak  demektir. Başkasında olan herhangi bir varlığın ondan alınıp kendisine verilmesini gönülden istemektir. Bundan çok daha fenası da kendisine verilmese bile, o nimetten herkesin mahrum olmasını içtenlikle temenni etmektir. Haset, bir kimsenin sahip olduğu sağlık, güzellik, başarı, beceri, çocuk, makam, mal, huzur, şöhret gibi herhangi bir nimetten ötürü insanın, yoğun bir kıskançlık duygusuna kapılarak kendini germesi, içi içini yemesidir. Kişinin gösterdiği davranışlarla her şeyden önce kendini zehirlemesidir. Başkasının mutluluğunu çekememe yüzünden, kişinin kendi ruh dünyasını perişan etmesidir. Kalbin ve çağımızın amansız hastalıklarından biri olan hasetçilik, dinimizde kötü ahlakın belirtilerinin başında gelir. Tasavvufta da hasetçilik, kötü ve zararlı bir duygu olduğu için haram hükmündedir. Bilgisizlik ve açgözlülükle beslenir. Hz. Mevlana'nın tüm insanlığa kıymetli nasihatlerinden biridir; “Nefsin için akranına haset etme. Zira haset, kötü işlerin en kötüsüdür. Kusur ve ayıbın mayası, bil ki hasettir. Şüphesiz o her şeyden daha zehirlidir.”Bizim dinimizde olduğu gibi Hristiyanlık inancında da 7 büyük günah olarak kabul edilmiştir. Yedi ölümcül günah; kibir, açgözlülük, şehvet, öfke, haset, tembellik ve oburluk olarak kabul edilmiş. Baktığımızda bunlar, insanların günlük hayatlarında işledikleri birçok günahın zeminini oluşturan kaynak olarak görüldüğünden uzak durulması son derece önemlidir. Bu hastalığın müdavimleri için her şey hedeftir. Mutlu bir aileniz mi var? Haset eder. Çalmadan, alın teriyle bir şey mi kazandınız? Çekemez, haset eder. Hakkınızla çalışıp, çabalayarak bir yerlere mi geldiniz? İstemez, haset eder. Başarının, yakalanan mutluluğun, elde edilen kazancın kendi çabalarımızla kazanıldığını değilde nedense şans, talih gibi dış etmenlerden kaynaklandığını düşünür. Mutlu, huzurlu bir yuvanın iki tarafında kendi gayret ve çabalarıyla, bin bir zorlukla ayakta kaldığını görmez, "gayretinize hayranım " demezde daha çok "talih sana güldü" der. Yılarca emek verip, bir çok zorluğun üstesinden geldiğiniz, uğruna uykusuz kaldığınız  bir mesleğiniz varsa  "azmine hayranım, üstün gayretlerinle nasılda başardın, hakettin" demezde  "bu işin içinde kesin torpil vardır" der. Bizi yoran ve üzen kısımda budur. Bu kimseler öyle kimselerdir ki; sevgiye açtır, onu kazanmak için yeni bir başlangıç yapmaz sadece ister. Paraya açtır, kazanmak için yeni bir başlangıç yapmaz sadece ister. Makama açtır, makam kazanmak için yeni bir başlangıç yapmaz sadece ister. Hiçbir şey için çabalamaz, gelişmez, değişmez, yenilenmez ama ister  durmadan ister, ister, ister... Bu hastalıktan  kurtulmak için, Allah'ın kendisine verdiği rızka razı olmak ve diğer insanları kardeş kabul ederek onların sahip olduğu nimetler için mutluluk duymak, karşı tarafta haset ettiği konu her neyse aynı azmi kendi yaşantısında görmek için çaba sarfetmesi, tez zamanda harekete geçmesi gerekmektedir.


Haset ve kıskançlık tıp ne kadar ilerlerse ilerlesin, bilim ne kadar gelişirse gelişsin tedavisi mümkün olmayan en öldürücü manevi bir hastalıktır. Peygamber Efendimiz:“Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi hasetlik de iyilikleri yer bitirir” buyurmuştur. Diğer hastalıklarda olduğu gibi hasetçilik hastalığında da erken teşhis çok önemlidir. Şu sorulara vereceğimiz cevaplar haset karşısındaki yerimizi tayin edecektir: Arkadaşlarımızın başarı ve mutluluğunu kendi başarı ve mutluluğumuz bilip sevinebiliyor muyuz? Dostumuzun meşru ticaretinden büyük kazançlar elde etmesinden memnun oluyor muyuz? Komşumuzun ya da bir tanıdığımızın, çoluk çocuğuyla mesut bir aile hayatı sürdüğünü görünce "Ne güzel, Allah bunu herkese nasip etsin" temennilerini içtenlikte diyebiliyor muyuz? İçimizden bir kimseye nasip olmuş bir saadetin herkes tarafından erişilmesini, paylaşılmasını arzu etmek bir ruh zenginliğinin işaretidir. Haset böyle ruhlara saldırmayı göze alamaz. Mahvolan aileler, toplumlar, yıkılan arkadaşlıklar, bozulan ortaklıkların, dostlukların alt zemini haset sahneleri ile doludur. Yine Peygamber efendimiz buyuruyor; “Birbirinize kin tutmayınız, haset etmeyiniz, sırt dönmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz.” 

Bir kimsenin sûretine değil sîretine, yani gönül alemini, ahlakını, karakterini örnek almalıyız. Zira, bir kimseyi zirveleştiren ancak onun güzel huyu ve yüksek ahlakıdır. Hz. Mevlana teşbih ile ne güzel ifade buyurur; “Gül,o güzel kokuyu diken ile hoş geçindiği için kazandı. Bu hakikati gülden de işit. Bak o ne diyor: Dikenle beraber bulunduğum için neden gama düşeyim, neden kendimi kedere salayım? Ben ki gülmeyi, o kötü huylu dikenin beraberliğine katlandığım için elde ettim. Onun vesilesiyle âleme güzellikler ve hoş kokular sunma imkanına kavuştum…” Dünya hali dalında açan kırmızı bir gül olmaya gönül vermişsek şayet, ayağımıza batan dikenlere, imtihanlara razı olacağız. Yolumuzdaki dikenler neticesinde dalımızda daha da gürleşeceğiz.

Son olarak temenni ediyor ve diliyorum ki; Allah kimseyi çağımızın bu amansız hastalığına düşenlerden eylemesin. Maddi ve manevi tüm hastalıklardan, hasetçilerin hasedinden bizleri muhafaza buyursun!

 

 

Yazar

Ayşegül Emre

0 Yorum:

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlendi *